Korku Tüneli mi, Hikmet Sevgisi mi?
Hüzne hazırlıklı olan toplumumuzda şairliğe yatkın bir şekilde dünyaya gelinir. Eline kalemi almış hemen herkes şairliğe bir kez soyunmuş, en az bir kez şiir yazmayı denemiştir. Oysa bu konuda söz sahibi olmak isteyen kişide; kavram hâkimiyeti, dil ve anlam bilgisi zorunludur.
Duygu aktarımına doğuştan programlı kişilerin yer aldığı ülkemizde, iş düşünce üretimi olan felsefeye gelince; nedense insanların suratları düşer, ekşir. Üstelik, felsefenin iddialı olduğu anlam ?şüphesiz ki daha çok kavram olmakla birlikte? değilmiş gibi yüzlerde anlamsız bir ifade belirir. Geçmişten bu yana insanların gözünde felsefenin ürkütücü bir imgesi olmuştur. Söz konusu bu imge insanların felsefeyi tam olarak bilmemelerinden kaynaklanan yanlış bir imgedir. Buna bağlı olarak, ülkemizde felsefe adeta lunaparkın rengârenk ışıklarının ortasında bulunan; dönme dolaptan, sihirbazdan ve palyaçodan uzak bir köşedeki korku tüneli gibidir diyebiliriz. Herkesin uzaktan bakıp ürktüğü, girmeye cesaret edemediği kapkaranlık bir tünel.
Bu karanlık tünele gönüllü girenler ise; öncelikle boyunlarına sarılan dogmalardan kurtulup görünenin arkasını araştırarak, kaypak zemine basmamak adına, adım adım ilerlerler. Bazen olduğundan büyük, bazen de olduğundan küçük gösteren dev aynalarla kendilerini bilip, bulundukları yeri sorguladıktan sonra, bazı yanıltıcı ışıkların sihrine kapılmaksızın çıkışa ulaştıklarında ?Jaspers?in ?felsefe yolda olmaktır? dediği gibi, belki de çıkışa ulaşmadan? duyumsadıkları vahşi tadı ?nasıldı?? diye soranlara anlatmaları hayli güç olmuştur. Nitekim bu tünelden çıkışı metafiziğe çizgi koymakta bulan Kant?ın cevabı kesindir; ?felsefe hakkında konuşulmaz, felsefe yapılır?. Dile çizgi koyarak çıkışa ulaşan Wittgenstein?ın yanıtı ise daha da keskindir; ?konuşulmayan yerde susmak gerekir?. -Devamı »