Geşmişiyle övünenleri ayıplar dururdum bir zamanlar… Yeni bir şey üretemeyen, geçmişine sığınmak yerine sessizliği tercih etmesi gerekir gerekmesine de, böyle bir erdemi göstermek her zaman mümkün olmuyor yazık ki.
Bunun çeşitli sebepleri var elbette… Mesela kendinize durumu kabül ettirebilseniz bile, yazı yazman konusunda tazyikli bir baskı görme ihtimaliniz yüksek. Siz sussanız bile susturmuyorlar işte.
Ayrıca öylesine yazdığınız bir konu inanılmaz beğeni toplayıp, sizi de şaşırtabiliyorken; aksine, emek verip, geceyi gündüze katıp uğruna bir kaç kitap karıştırıp, onlarca makale okuyup yazdığınız yazı hiçbir etki yaratmayabiliyor pekiala.
Başka bir sorun da günceli yakalamak adına yaşanıyor bazen de. Sizi zor ve anlaşılmaz olmakla, felsefe yapıp, edebiyat parçalamakla suçlayabiliyorlar mesela. Dile getirilmese, bile içten içe hissettirmek adına ufak tefek girişimleri mazur göreceksiniz artık.
Diğer taraftan güncelle ilgili yazıyı zamanında yayına açmassanız bir anda “olmamış” deyip vazgeçebiliyorsunuz.
Yok eğer “yayınlayayım” derseniz, yayına açtığınızın çok değil ertesi günü “aceleye gelmiş yazı olmamış” diyorsunuz kendi kendinize ama yazıyı yayından çekmeyi de zul görüyorsunuz bir şekilde işte.
Yazıya konu bulmak da cabası.
En çok da açık yazayım derken, açıklar verdiğiniz yazılarda ele veriyorsunuz kendinizi…
Sahipsiz sözleri ait oldukları yerlere yerleştirmek ne zor gelir böyle durumlarda bilemezsiniz. Bazen çok söz söylemek istersiniz ,ancak söyleyemezsiniz “sus” der içinizdeki ses “sus”…Bu emir kipine boyun eğip susarsınız çoğu zaman… Bunu başaramıdığınız anlarda ise kelimerin arkasına saklanır durursunuz.
Sözler düşünce yolundan dile gelmek adına, titrek ve ürkek,biraz da zorlaya zorlaya, hasbel kader bir tümce oluşturmaya tam da başlamışken, olmadık bir yerde karar aşaması uzun sürünce, yazmak ve yazmamak arasında tereddütte kalırsınız.
Kelimeler büyüdükçe ağızda kargacık burgacık dökülür kağıda… Çünkü bir sözü kağıda dökmek bazen bilgi değil, ilgi değil, yürek ister de ondan.
Uzatmayayım. ” Yazarlık zor zanaat azizim” deyip işin içinden çıkayım en iyisimi.
Günler geçtikçe kayda değer nice olaylar oldu ,dünden başlarsak; Binladin ‘ in öldürülmesinden , Libya lideri Kaddafi ‘nin geri çekilmesi gerektiğine kadar geriye doğru ilerleyebiliriz.
Parti liderleri her zaman olduğu gibi süreklice birbirini eleştirmekte,kraliyet düğününün etkisi devam etmekte,futbolda liderlik koltuğu bir Fener ‘e bir Trabzon ‘a geçmekte,Vatan ve Milliyet gazeteleri el değiştirmekte,anne olmak için en ideal ülke Norveç en iyi ülke iken Türkiye alt sıralarda yer almakta, Messi yapacağını yine yapıp bizatihi kendisi El Clasico olmakta, kadınların şiddet görüp öldürülmesine hala çözüm bulunamamakta, Kahramanmaraş ‘ta dört kardeşin intihar haberi ülkeyi sarsmakta (itiraf ediyorum bu haber ilgimi çeken belki de üzerine yazı yazılması gereken bir haberdi).
Görüldüğü gibi gündem süreklice değişmekte ve ben yaz-ma-mak-ta-yım.
Yeni birşeyler üretemediğim için, geçen yazıda geçmişime sığındım olmadı,bekledim bekledim yok olmadı. Acaba yazı yazmanın da şiirin perisi ilham gibi bir perisi var mı,varsa bile bana uğramadı.
Laf olsun diye yazmak yerine yazmamamı konu edindim bu sefer… Yazmamak üzerine yazmaya niyetli sözler biriktiriyorum.
Yukarda bahsettiğim gelişen güncel olaylar arasında bir de Murathan Mungan ‘ın yeni çıkan kitabı Şairin Romanı üzerine de söyleyeceklerim vardı, yazabilirsem eğer ,bir diğer yazıda umuyorum olacak.
Belki de kitapta geçen “Kendi hayatımız ne zaman kendimiz için bile bir eğretileme haline gelir? İçinde yaşadığımızı ne zaman karşımıza alıp bakmaya hatta için için onu yazmaya başlarız?”
sözü bu Yazmamak yazısını yazmamaya neden olmuş olabilir kimbilir?
Hülya YALIM
çok teşekkür ederim Nihat Bey siz de iyiki varsınız,güçlendiriyorsunuz.
Hülya cım seni okumak ayrı bir özellik ister bizler o seviyeye ulaştığımızda şanslı sayarız kendimizi anlamak ise ayrı bir özellik istek seni çok iyi anlıyor ve okuyoruz kalemine güç sana sağlık olsun seninle gurur duyuyoruz iyiki varsın
Nihat OLGUN
Bizi bu hallere bahar koyuyor belki de Nilgün, için dolsa da taşmıyor,taşması için acele etmemek lazım sadece yapılması gereken bu bence. İçin yine coşacak yine kelimelerinin tükenmediğini zorlamadan yazdığın bir yazında kendin de göreceksin merak etme.
Ustalıkla ilgili değil bu yazı bir nevi hacet duası 🙂
Teşekkürler Selamlar!
Ben de bu ara nedense tutuldum. Yazmakla coştuğum anlarda bile tek kelime oynatamaz haldeyim. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi.Belki de öldüm farkında değilim. Ya da kelimelerim tükendi haberim yok. Hal böyle iken, bu yazıyı yazmak neden benim aklıma gelmedi. Bu da usta işi demek. Teşekkürler yazarım.
Sizin gibi vefakar düşünce dostuna sahip olduğum için çok şanslıyım.Zaman zaman farklı görüşlerde olsak da yazdığım yazılara katkınız büyük Gilmanşah,insanlarda merak uyandıran tavrınızla ,bazen de sert uslubunuzla ,hakkınızda fikir yürüten ve size cevap verenler sizin de dikkatinizi çekti mi bilmem genelikle ikiye ayrılıyor :
Sizi beğenenler sizden ve sizden nefret edenler… Böyle görünmekten pek de şikayetiniz yok gibi görünüyor, bana sorarsanız olmamalı da… Düşündüğünüzü söylemekten vazgeçmemeniz dileğiyle(tabi küçültücü ifadeler kullanıp hakaret etmeden mümkünse).
Aslında yazdıkça yazmak düşüncesindeyim ama haklısınız yayın dünyasında kitapsız olmak büyük eksiklik en kısa zamanda söylediklerinizi uygulamaya geçireceğim söz.
Teşekkürler!
Yazan klavuzdur. Eğer yazdıklarımız bizi ve okuyucularımızı, eskilerin deyimiyle; “sahil-i selamete” çıkarıyorsa… İşte o zaman kalemin hakkını veriyoruz demektir. Sözler gibi, kelimeleri de güzel ya da çirkin kokulu diye görüyorum. Kalemden çıkıp okunur hale gelen düşünce ve duygular da aynen öyledir. Güzel kokulu bir çiçeği defalarca kokladığınız gibi, güzel bir yazıyı da defalarca okur, zevk alırsınız… Mide besinsiz duramadığı gibi, dolu ve düşünen beyinler de bilgi gıdasından beri duramaz.
İşte, yazmamak diye bir şey olmamalı. Yetişmiş ve üretken beyinlerin zekatı mutlaka olmalı. O da yazmaktır. Lütfen yazmaya devam edeniz Hülya Hanım… Abuk subuk şeyler okumaktansa, dostlarımızın gönül telinden duyduğumuz ve yazıyla mücessem hale gelmiş zeka parıltılarını içselleştiriyor olmamız, yaşayabileceğimiz nadir zevklerdir. Ve ben size her zaman diyorum ki okuyucularınızı değer verdiğimiz bu zevklerden mahrum etmeyiniz. Ve yine zaman zaman yazdığım gibi, birikimlerinizi mutlaka kitaplaştırınız.
Selamlar