Elime ne vakit bir kalem geçse; bulunduğum ortamdan, yaşadığım duygudan bağımsız, bambaşka bir dünyanın kapısından içeri giren, kimliği belli olmayan bir üyenin istenilen şifreyi sessizce söylemesi gibi kağıda aynı sözleri yazarım ne hikmetse …
Yer; bir kitabın arka sayfası, henüz çözülmüş bir test kağıdı, buruşmuş bir karalama defteri, ya da bir iş emri kağıdı, yahut eskimiş bir defterin yarısı koparılmış son sayfası, Cafe de veya Restaurant taki peçete olabiyor ama kalemden ilk dökülen sözler kesinlikle değişmiyor.
“Ne zaman bir kalem alsam elime…” diye, başlar ya o meşhur şarkı?Benimkisi bundan farklı..
Benim kalemi elime aldığım an ile sözleri yazdığımı sonradan fark ettiğim bilinç akışı çoşkudan uzak son derece dingin fakat bir o kadar da uyarıcı niteliğinde…
Hep aynı yazı karakteri ile hep aynı sözleri bir ritüel edasıyla başlıyorum yazmaya; “bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı elbet bir gün mutluluktan canım alırız payımızı… “
Hemen herkesin bildiği bu şarkıyı melodisinden ayırarak sadece sözlerin büyüsüne kendimi bırakmamın bir açıklaması var mıdır acaba?
Sözleri yazacak uygun zamanda içsel bir boşalım veya boşlukla değil olsa olsa inanmışlıkla belki de aldanmışlıkla izah edilebilir bir durum bu bana kalırsa .
Bir dilek kutusundan tavşanın çektiği pusuladan çıkmış gibi dursa da bu ilk etapda, neyse ki sözler başladığı gibi devam etmiyor.
İlerleyen aşamalarda, “küçük bir öykü bu herkesin başından geçen hay allah ne oldu dedirten gül gibi geçinip giderken … “ sözleri parmaklarımın arasından yavaşça sızarak bir metnin gelişme kısmını teşkil eder gibi sürüp gidiyor.
Derken biraz daha zaman geçiriyorsam kalemle kağıt arasında,her ikisinin ham halindeki soyağaclarının dalından kütüğüne, tersine bir yol izleyip giderek sertleşerek siyasileşmeye başlıyorum.Sözlerim de bu duygu durumuma eşlik ediyor çaresiz.
“Küçük düşürücü bir aşk bu yasa dışı bir aşk sizin eve hırsız girer bizimkine polis… “
En sonda da şarkıdan çıkıp kendi sözlerimle düşlerimin peşine gidememenin acziyle?. kendime sitemimi içim sızlayarak ediyorum.
Sonsöz oluveriyor bu da “küçük düşürdük düşleri büyütürken dişleri…” şikayetten çok yaşananlardan ders almaya çağırıyor ama nafile .
Artık sözlerimle bilinç akışının son haddine geldiğini farkedip ruhumun selameti için yazıya son verip kalemle kağıdı ayrı ayrı yerlere fırlatıyorum genellikle…
Eğer yazdıklarım rastgele yazılarsa neden hiç sıralama değişmiyor dersiniz,
Yoksa düşünceleri imbikten geçirmek için birer aşama olabilir mi? Bu sesler bir nevi söz akordu oluyor i işte.
“Küçük düşürdük düşleri büyütürken dişleri…” sözleri yokuşu tırmanıp tekrar başa dönen Sisifos? un akibetine uğratıyor beni. Kasedi başa alıyorum sanki … Başa dönüyorum dönmesine ancak düşündüğüm şeyi belli bir düzene koymuş oluyorum bu söz akordu ile.
“Bundan böyle düşünerek atın adımlarınızı ? “
Sizin Söz Akordu yapma dizininiz var mı ? Parmaklarınız hangi sözleri emrediyor acaba, kalemle kağıdın buluştuğu ilk anda ,hangi sözün büyüsü yazınızda parıldıyor .
Sahi hangi ayıp veya gizli söz karalanıp sonsuzlukta kendine yer arıyor ve hangi güzel söz keşfedilmeyi bekliyor kimbilir..
Yeni bir kalemde ilk denemeyi; imza atmak, isim yazmak, okul numarasını yazmak, veya gelişi güzel bir takım çizgileri çizdikten sonra kalemin kağıtla ahenginden aradığınız kalemi bulduğunuza dair veriler sizi hangi söze atıyor.
Beni sözlerin sürüklediği son durak, son günlerdeki kalemimden kağıda dökülen söz, belki de eskiden kalma bir alışkanlıkla; bir kartpostalda yer alan sevgili, sayın, canım.. diye başlayan; kutlu, mutlu, huzurlu, barış dolu.. diye devam etse de, mutlaka şöyle bitiyor;
İYİ BAYRAMLAR!
HÜLYA YALIM
Yorumun ne olacak?