Fukara keşkülü, doyurucu olması ve insanı tok tutması nedeniyle Osmanlı döneminde fakirlere dağıtılan yüksek kalorili bir tatlının adı. Osmanlı mutfağında önemli bir yeri olan tatlının hikayesi ise son derece ilginç; rivayete göre: Adalete ve halkın huzuruna çok önem veren Osmanlı kadıları ve dervişleri, belirlenen bir zamanda halkın içine karışır ve dilencilik yaparlarmış. Bu iş için de Keşkül denilen kaplardan yararlanırlarmış. (keşkül: Hindistan cevizinin içi oyulmak suretiyle elde edilen kabın adı). Bu şekilde halkın durumunu görür, sıkıntılarını anlarlarmış. Bu sebeple adına Fukara Keşkülü derlermiş.Aslında tatlının içindeki malzemeler pek de fukaraların yapabileceği bir tatlı olmadığını gösteriyor…
MALZEMELER: 4 su bardağı süt, 1 kahve fincanı toz badem, 1 kahve fincanı toz Antep fıstığı, 250 gr. Şeker 4 yemek kaşığı nişasta 1 fincan pirinç unu ve 1 fincan toz Hindistan cevizi.
Ramazan ayında, iftarda bu güzel tatlıyı Darül Ziyafe?de yemenizi tavsiye ederim ama, gidemeyenler için de tarifini almak istedim. Beni kırmayıp bu tarifi veren İsrafil bey?e çok teşekkür ederim.
HAZIRLANIŞI: önce süt, şekerle beraber kaynatılır. İçine badem ve fıstık ilave edilir ve bir süre daha kaynatılır. Daha sonra, pirinç unu ve nişasta ilave edilir ve koyulaşıncaya kadar aynı yönde olmak üzere karıştırılır. Nişastanın kokusu gidene kadar bu işleme devam edilir. Piştikten sonra kaselere boşaltılır ve üzeri hindistan cevizi ve şam fıstığı süslenerek servis yapılır.
Şimdi bu da nereden çıktı demeyin. İşte bu tatlıyı büyük bir zevkle yiyen, hatta bu tatlıdan esinlenip bir de şiir yazan yazarınız, bu tatlıyı ve şiiri sizinle paylaşmak istedi.
Bir fukara keşkülüyüm ardından, her tadı içeren ama rengi olmayan…
Diken üstünde değil; dikenler üstümde boy gösteriyor durmadan…
Sen kuşatılmış bir şehirde, ben yitirilmiş bir gençlikte.
Hükmü süren zamanın mekansal eşitliği bu.
Bir demlik çay gibi devirdik biz bu demi,
Bir yudumda bitirdik.
Şimdi yılların tortusu, ağızda kalan buruk bir tatla,
Varlığın mı aşina bana, yokluğun mu tanıdık?
Geçmişteki ize de, gelecekteki söze de,
Biz buyruğa yenildik.
Kurşuni bulutlar da yağan yağmur da anlamaz hüznümü bugün…
Bugün inadına fal; bugün inadına sen;
Bugün inadına bayram.
Düşte mi kaldı anılar dişte mi bilemem?
Bildiğim bugün bayram, yıldönümü ve şu an akşam
Akşamın beklenen karanlığını yağmur hızlandırdı,
Belki de zamanı dondurdu zaman üşüyor mu ne, hareketsiz?
Onca hızın ardından soluklanmak mı bu?
Gökyüzündeki bu bulantı;
Cinsiyetsiz günlere mi, yoksa kimliksiz yıkıntılara mı gebe,
Bu nasıl rastlantı?
Yeni gömmüşken her şeyi hem de…
Olsun, her doğum bir ölüm değil mi?
Yorumun ne olacak?