Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Babylon?daydık. Mısırdakinden daha sıcak bir gecede. Hristiyanlığın başlangıç yıllarında piskoposluk merkezi olan Babylon Mısırda Yunan kökenli bir kent. İstanbul?daki Babylon ise Beyoğlu Asmalımescit?te bu kentin müzik şubesi.
İşte burada ilahi bir dekorda başladı semaya yükselmeler. İnişler hayli zor oldu bazen. Babylonda semaya Sema?yla çıktık. Aslında Sema kat kat dolaştırsa da bizi daha çok arafta tutar gibiydi. Bu kadar büyük bir sese o kadar küçük geliyor ki bu isim Sema… Semanın neyse ki her yeri kaplayacak kadar büyük anlamı var. Sema uzun yıllar müzikle uğraşmasına rağmen, ne yazık ki yeterince tanınmıyor henüz.
Farklı bir saundla müzik yapması değil onu özel kılan. Ya da zengin repertuara sahip olması da Sema?yı belki benim diyen sanatçıdan ayıran özellik olmayabilir. Türkülerden, şarkılardan, şansonlardan, balatlardan, tango ve ilahi eserlerden türlü örnekler verebilmesine rağmen hem de. Üstelik ?yakında hipop bile yapabilirim? diyecek kadar kendinden eminken.
Sema?nın sesini kim tanımlamışsa ne güzel tanımlamış Sema gerçekten de ?başkaldıran dolu dizgin giden bir ses?. Sesine hakimiyeti şaşırtacak derecede. Sema ışık hızı bir ses, körüklü nefes. Ya şarkı söylerken duyduğu haz, mutluluğunun rengini yansıtan yüzündeki o parıltılı ifade, o kendinden geçiş, hayran bıraktıracak ölçüde. Onun en büyük özelliği bu bence. Adeta kendi kendine şarkı söylüyor dolayısıyla kimseye sesini beğendirmek gibi bir derdi yok.
Sema?yla buluşma saatini sabırsızlıkla beklerken Babylon?un karşısındaki bir cafede Little Wing (küçük kanat) de soluklanalım dedik, kanun sesleri daha orada çağrışımlar yaptı bizde. Bu kanun sanatçısı Halil Karaduman?dan başkası olamazdı elbette. Ancak kadroyu zenginleştiren sadece o değildi. Perküsonda bu soğuk gecede sam yeli gibi esen Saam Schlamminger, udda; Necati Çelik, vurmalı çalgılarda; Larry celloda; Cem Çetinkaya. Zaman zaman kemanını zaptetmekte güçlük çeken Nedim Nalbant ve mandolinini bırakıp sahnede döktüren sempatik Kebire.
Onlarla gülnihal ile Lavinia?ya uğradık, Kalamış?ta kaldık. Çamlıca?dan üç gül aldık, gemicilerle demir attık, dikenli aşk yollarında gezindik, elmayı top top yaptık, helva sattık, Feraye?ye ?aygız anan var mi dur?? Doktora çare sorduk yalnızı dedik.
Konserde yabancı konukların fazlalığı dikkatimizi çekse de hangi dine mensup olmamız veya hangi dili bilmemiz hiç fark etmedi müziğin tüm evrensel tınısını kulağımıza kazılar. Öyle ki bazen semada mı yerde mi olduğumuza karar veremedik. Sema ve arkadaşlarıyla ruhumuz teslimiyet arifesinde idi.
Daha sonra bize katılan Serkan ile Gökhan her ne kadar açlıktan neredeyse Babylon?un kibrit çöplerini yiyecek halde olsalar da bu ambiansta açlıklarını unuttukları gibi Serkan?ı ?Feraye? şarkısı çalarken piste inmesini engellemekte zorlandık. Ne yazık ki izleyenlerin ?adını andıkça titrerim hala? şarkısında bir semazen gibi dönmesine müdahalede geç kaldık.
Babylon?un uluslar arası standartlarda müzik sistemi zaten biliniyor. Ancak kapıdaki görevlilerin nazik yaklaşımlarının da çağdaş düzeyde olduğunu söylemeden geçmemek gerekir.
Sema bize küçük bir de şiir okudu ?Denizin üstünde yürümeyi öğrendim evlerinde oturanlar camdan bana bakıp güldüler ben de sığındığım adları batırdım? diye. Sen bizi güzel sesinle denizin üstünde yürüttün evlerinde oturanlara sesini önce dinlettik, şimdi de anlatıyoruz. Artık üstünde bulunduğun şu yarımada seninle gülümseyecek.

Değişim Gazetesi
(16.04.2003)

Yorumun ne olacak?