Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Belirsiz bir zamanda yaşamımızı sürdürüyoruz. Eylemlerimizi her zaman olayların seyrine göre düzenlememiz imkansızdır. Fakat bu zamanın gerisinde durmak da ne kadar mümkün olabilir?

Dünyanın üstün bir anlamı yoksa da, bir şeyin anlamı vardır: İNSAN.

Çünkü anlam bulunmasını zorunlu kılan tek varlık insandır. Bu dünya en azından insanın gerçeğini taşımaktadır. İnsanın görevi de yazgının karşısında dünyaya akılsal gerekçelerini vermektir.

Yaşam karşısında düşünceyi kurtarmak istiyorsak düşünceyle birlikte eylemlerimizi de kurtarmamız gerekir.

Kant?ın dediği gibi “doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz araçlarını  kullanırken de tutumsuz değildir. Doğa insana akıl ve buna dayanan istenç özgürlüğü vermiştir; bu da doğanın amacı için açık bir imdir”.

Buna göre insanı içgüdünün yönetmemesi onun her şeyini kendinden çıkarması gerekir; yiyeceğini giyeceğini kendini korumanın yollarını buluşu (doğa aslana pençe, boğaya boynuz vermiştir, insana ise yalnız el vermiştir).

Yaşamı kolaylaştıran nesneler giderek bilgi ile zekası istencinin iyiliği, bütün bunlar insanın kendi yapıtı olmalıdır. Doğa sanki her şeyi insanın rahat etmesinden çok kendi aklıyla değer kazandırması için düzenlemiştir.

İşte dünyayı anlamlandırmakla görevli insan, doğanın hediye ettiği ellerle araç yapmıştır. İlk yaptığı araçlarla avlanmış, sonra giyinmiş daha sonra korunmuş yazık ki doğadaki zararlı etkenlerden korumayı öğrenen insan tarih boyu en büyük suçu kendi türüne karşı işlemiştir.

Haksızlığa uğrarken; isyan edip ” insanım ben insan” diyen insan ;  haksızlık yaparken; “ne de olsa insanım” demekte nedense gecikmemektedir.

Neyse ki, işte  tüm bu keyfi tutumları engellemek amaçlı, 10 Aralık 1948?de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi doğmuştur.

Bu anlamlı güne yaraşır bir kitapla konuya değinmek istedim. Sevgili hocam  Prof.Dr. Betül Çotuksöken‘ in geçtiğimiz günlerde Papatya Yayınlarından çıkan İnsan Hakları Ve Felsefe adlı kitabı, insan haklarınının kavramsal boyutunu ele alırken; insan haklarını sadece  felsefe açıdan değerlendirmiyor; aynı zamanda diğer disiplinlerle ilişkisini de irdeliyor.

Çünkü Çotuksöken ?e göre; insan hakları kavramının, insan dünyasında yer edinmesi felsefi temelli olmakla birlikte, yaşamın doğrudan eylemsel boyutu olan siyasal duruşla hukukla,başka bir değişle,kamusal alanı somutlaştıran ve taşıyan etik temelli hukukla yakından ilgilidir.

Felsefede ise, gerek ontoloji, gerek antropoloji disiplinleriyle insan haklarını değerlendirirken; ayrıca, kendisinin türetmiş olduğu insan-varlık bilgisi anlamına gelen antropontoloji açısından, insan haklarına felsefi bir bakış açısı sunarak , konuya yepyeni bir ivme kazandırıyor.

Betül Çotuksöken?e göre; kendini bilen, eyleyen, değiştiren, değer yaratan insan, her şeyden önce saygı duyulması gereken bir varlıktır.

?Bu belirleme kimilerince,dünyaya insan merkezli açıdan bakmak olabilir.tam da bu noktada gerçekleştirecek olan derin  bir okuma eylemi,insanı dünyadaki konumlayışı bakımından ? biricik ? diye nitelendirilebilecek bir ?yer? sağlarken,insana aslında çok büyük sorumluluklar da yüklemektedir.

Geçmiş-şimdi-gelecek ekseninde yaşamını sürdüren insan,bu sorumluluğun etkisiyle,canlılığının salt canlı oluşunun ötesine geçecek,tüm dünya için sorumluluk taşıyan biri ya da ?özne? haline gelecektir. Söz konusu sorumluluk,sahip olunan biricikliğin hem kendisine hem de kendisi dışındaki her şeye ilişkin sorumluluktur.?

Kitap, insan haklarının karşılaştığı güçlükleri ele alırken; diğer yandan da,  bu sorunları ortadan kaldırabilecek çözüm önerilerini birlikte vermekte gecikmiyor.

Gelenek ya da göreneklerle kurulan ilişkiler, insan haklarının korunmasında zaman zaman engeller oluşturabilir. Bu durumla karşılaşmamak için; kamu görevlilerinin, hatta tüm çalışanların bu konuda daha duyarlı olması gerekir.

Bu konuda son derece farklı bir görüş ortaya koyan Çotuksöken‘e göre ; “Kamu görevi yapmak insan haklarını korumaktır.Örneğin bir öğretmen eğitim alma hakkının koruyucusudur. Sağlık alanının çalışanı sağlıklı yaşama hakkının koruyucusudur. Bir emniyet mensubu toplum içinde bireylerin güven içinde yaşama hakkının koruyucusudur.”

Burada özellikle ayırımcılık kavramının altını özellikle çiziyor.

Ayırımcılık ,günümüz dünyasının en temel insan sorunlarından,insan hakları sorunlarından biridir Çotuksöken?e göre .

” Bu nedenle,söz konusu sorun üzerinde yaşama dünyasındaki karşılığı bakımından  mantıksız olanın ?mantığı? üzerinde  felsefece durmak son derece önemlidir.”

(Önümüzdeki yazıda kitabı incelemeye devam edeceğiz.)

Hülya YALIM

www.hulyayalim.com

3 yorum yazıldı

  1. selinay dedi ki:

    burada benim işime yarayacak bir şey yok

  2. İsmet Nakipoglu dedi ki:

    Varlıkların içinde düşünebilen, sorgulayan insanı, doğayı ve evreni anlamlandırmaya çalışan tek yetkin varlık biyolojik ve felsefi anlamda insanın kendisidir. Bugün bu anlayışı sadece felsefi ve biyolojik anlamda değil mitolojide, efsanede ve kutsal semavi dinlerinde kabul etmiş olduğu bir anlayıştır.
    İnsan, doğa ve evren üçleminde varlıkların en yücesi, en mükemmeli olarak görülüp, algılanmaktadır.

    Doğa ile ilk karşılaşmasında çekingen, utangaç, korkak bir tavır gösteren insanoğlu zaman içerisinde yavaş yavaş nasıl acımasız bir iktidar sürecine doğru ilerlediğine insanlık tarihi de tanık olduk. Şimdilerde ise promethusun, acımasız tanrı Zeus?tan ateşi çalıp, insanı hediye etmesinin keyfini sürüyoruz? Kopan bir gök gürültüsünden, çakan bir şimşekten, kükreyen bir aslanın sesinden nasıl korkarak kaçacak delik aradığını çoktan unuttuk.

    Günümüz itibarı ile insan doğanın, evrenin hatta kendi bilinmezliklerini anlamış ve çözmüş olmanın beklide sanısında. Bu ruh hali kendisin de müthiş bir güven duygusunu, iktidar hırsını ile ukalalık hakkını vererek; kendi türdeşlerine bile pervasız davranmasına neden olmuştur.

    21.yy da doğa ve hayvan haklarından söz edilirken bunun yanında insan hak ihlallerinin yaşanıyor olması ciddi bir sıkıntı ve utanç durumudur. Ama işin ilginç kısmı bu tabloyu bizzat yaratan aktörün kendisi olması başlı başına bir çelişkiyi ifade etmektedir. Sonuç itibarı ile hakkı veren de alan da insanın olması dramatik aynı zamanda gülünç bir durumdur.

    Yaşamsal alanda kendi türüne ciddi anlamda hak ihlallerinde bulunan aynı zaman da kendi türüne sahip çıkıp, gözeten tek varlık insanoğlunun kendisidir. Belki de onu özel kılan budur.

    Binlerce yıllık tarihsel süreç içerisinde bu kadar tecrübeye rağmen hala insan haklarından bahsetmek ya da insan hak ihlallerinin bize bu kavramların aslında düşünsel olarak var olduklarını göstermiyor mu?

    Kum saatinin dolduğunu düşünüyorum. Binlerce yıllık insanlık tarihine ve bilgi birikimine rağmen hala bazı şeylerin değişmediğini görmek ve aynı şeylerin tartışılıyor olması tüm insanlığın müthiş bir kısır döngüsünden başka bir şey değildir.

    İnsanoğlunun evcilleşmesi için sizce yeterince zaman tanınmadı mı? Evcilleşmemizde bir anlamda insanlaşmamız da en büyük ve eksik halkanın; insan hak ihalelerinin olduğu düşüncesindeyim.

    En içten saygılarımla?

  3. secih dedi ki:

    güçlüyseniz haklısınız yada hakkınızı koruyacak yalakalar her zaman emrinizdedir.

Yorumun ne olacak?