Ritm duygusunun insana hayli farklılık kazandırdığını zamanla öğreniyor insan.
Hiçbir enstrüman çalmadan sadece müzik kulağına sahip olmak bile kişiye hayli ayrıcalık katar gerçekten. Öyle zamanla öğrenilebilecek bir yetenek de değil bu üstelik.
“Müzik kulağı” olan birini çalınan bir parçaya elleriyle tutturduğu tempodan bile anlamak mümkünmüş, düşünsenize?
Doğuştan gelen bu yeteneği bir insanın bebekliğinden gözlemleyebilirmişiz pekâlâ. Sadece aynı senenin çocuklarının aynı melodiye verdikleri tepkilere bakılması bile yeterliymiş bunu anlamaya.
Birçok matematik kuramı notalar üzerinden hareketle oluşturulduğu gibi aynı zamanda hemen bütün matematik kuramcılarının müzikle ilgilenmesi de elbette tesadüf değildir.
Ya vücudunu bir enstrüman gibi kullanıp ritmin her vuruşuna ahenkle uyum sağlayanlara ne demeli?
Her bir bölümünü ayrı ayrı oynatıp bedenine bu denli hükmetmek hiç kolay olmasa gerek.
İlk kez duydukları bir melodiyle kısa sürede senkronize olmalarının bir sırrı var mıdır bilmem ama…
Ben güzel oynayan insanı çok beğenir çok etkilenirim ne yalan söyleyeyim.
Fakat bir o kadar da oyun bilmediği halde “uydum imama” zihniyetiyle oyun alayına dahil olan ritm duygusu bir yana; ellerini, kollarını direksiyon sallamak dışında kullanmamış, oyun oynamaya zerre yeteneği olmayan kişilerin de oynayışlarıyla görüntü kirliliği yarattığı düşüncesindeyim.
Sözünü ettiğim kişiler bazen ısrar üzerine kalkıp vücutlarını gelişigüzel hatta akrobatik hareketlerle oynatıp gereksiz yere komik duruma düşüyorlar.
Dolayısıyla hem onlara yazık oluyor, hem de buna maruz kalan ahaliye aslında…
Hakkıyla oyun oynamanın veya bu yetenekten bir nebzecik dahi nasibini alamamanın en büyük nedenlerinden birinin de genetik etkenler olduğuna inanç hayli yüksek.
Bunu anlamanın en kolay yolu ailelere bakmaktan geçiyor. Eğlence kültürü olan ailelerin içinde büyüyen çocuklar böyle bir gelişim içinde oluyorlar ister istemez ama bu tek neden değil elbette.
Kişinin doğasında bu ya var oluyor, ya da ne yapsan olmuyor orası kesin.
Yani el şakırdatmakla, gerdan kırmakla, bel kıvırmayla, göbek atmakla, döktürüp, sallamakla olmuyor bu iş.
Müziğin melodisine göre ayrı figür oluşturanlar çok etkileyici oluyorlar bu yüzden onlarca kişi arasında nasıl parıldıyorlar ama değil mi?
Tam da burada ” Dila Hanım” filminde Kadir İnanır’ ın oynayışı hatırlansın lütfen.
Demem o ki; yordamıyla oyun oynayana hepimiz hayranlıkla bakarız.
Kabul edelim oyun oynamayı bilenle, bilmeyen bir olmuyor işte…
Dila Hanım filminin son karesinde Kadir İnanır’la Türkan Şoray’ ın birlikte oynadıkları muhteşem oyunda vurulmalarına rağmen, elleri kanlı bir şekilde oyunlarına devam ettikleri sahnenin filmin konusundan daha çok hatırlandığına eminim.
Yani oyun işi bu kadar mühim. -Devamı »