Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce
Düşünceler Düşünce » 'Köşe Yazısı' kategorisine ait yazılar (Page 2)

felsefesiz ilahiyat

Felsefesiz ilahiyat olabilir mi?

Neden olmasın ki…

Mantıkla eleştiren, analiz eden, sorgulayan, gerekçelendiren, felsefesiz ilahiyat şeker gibi bir ilahiyat olur ne güzel…

Zaten olan dersler felsefenin bizatihi kendisi olan dersler değil, felsefe tarihi olduğuna göre hiç kayıp yok…

Belki de böylesi daha iyi felsefe “varmışşş gibi” olmaz en azından.

Bu yüzden değerli hocalar 300 sene öncesine dönüyoruz diye üzülmesinler İslamda felsefenin kaderi böyle…

Filozofların inançlı veya zındık olup olmadıklarına dair yapılan tartışmalardan biraz olsun uzak kalmış oluruz böylece…

İlahiyat okuyanlar eskisi gibi meleklerin cinsiyetlerinin olup olmadığı tartışsınlar,

dinde de korku imparatorluğu oluştursunlar,her şeyde yaptıkları gibi burada da ikilik yaratsınlar, yazmayı yasakladıkları gibi düşünmeyi de yasaklasınlar dilerlerse…

kavimler göçünde karanlıkta olan Avrupa’yla felsefeyi buluşturan İslam filozoflarıydı oysa…

Ülkemizde felsefe denince akla siyaset ile mizah geliyorken,felsefeciler deli,kaçık,garip gibi sözlerle anılıyorken, felsefenin ilahiyat bölümünde yer almamasının  neyine üzülelim allasen?

-Devamı »

aradigin sensinnn

Yaşamımızda tecrübe diye adlandırdığımız zorunlu derslerinin yegane konusu çoğunlukla kendimizi oluşturma  çabasından geçer.

Ki semavi dinlerin  ve  seküler dinlerin  de farklı-farklı yığınla yaklaşımlarının olmasına rağmen buluştuğu öğe insanın kendini gerçekleştirmesidir.

“Çok bilen çok yanılır” derler ya eskiler aslında bildiğimizi sanarak yanılgımızı acı da olsa yaşayarak  öğreniyoruz.

Acı ne kadar öğretici olsa da bilgiyle ilgisi yok. Bir konuda ne kadar cahil olursak  olalım  acıyı bilmiyoruz diyemiyoruz.

Acı insan olmada insanı anlamada önemli ortak payda oluyor işte bu yüzden.

Diğerleri ise; isterseniz adına bilim deyin, isterse ilim deyin hiç fark etmez,biraz olsun üstüne eğildiklerimizden.

Kim ne derse desin?

Kutsalı ne olursa olsun…

Aslında İnsan olmayı öğütleyen bir duanın paradoks birer öznesiyiz hepimiz.

Rüzgarın seyrine göre seyretmek tercih nedeni ise nesneleşmek kaderimiz.

Kendimiz olmayı seçmede enerji kaynağımız  hırsımızdır ama  azime dönüşmediği takdir de

kontrolsüz bir hızla seyir halinde bir araçtan farksızız demektir.

Bu yüzden ayarsız hırs  zamanımızdan çalan  hırsızdır.

Çalışmak! Çalışmak! Çalışmak!

Kendinden en iyi kaçma politikası,en kamuflaj hırstır.

Beklemek… Beklemek… Beklemek …

En pasif hırs öylesine beklemektir aslında…

Yalnız kalmamak için ayna karşısına oturmaya benziyor bu da ? -Devamı »

 

kucuk prens gezi'de Son günlerde yaşadığımız olayları anlamak için küçüklerin dünyasına sığınmış, Küçük Prens’i okuyorum.

Sertap Erener son şarkısında söylediği gibi ben de böyle iyileşiyorum…

“Gerçek olanı gözler göremez” sözünü kitapta göz sürerken gerçek diye bir şeyin olmadığına, hep bir gerçek üreticisi olduğuna inandığımı fark ediyorum.

Her şey gerçek olmayacak kadar güzel başlamışken, olayların can kaybına kadar varmasından elbette herkes gibi ben de  büyük üzüntü duyuyorum.

Bu nedenle ülkemizi  kaosa sürükleyen böylesine büyük bir olaydan edebi bir yazı yazma kaygısı taşıdığım sanılmasın asla, ama Küçük Prens’i böyle bir duyguyla okuyunca en azından yaşanılanları anlamak için böyle bir yola başvuruyorum.

Kitapta da belirtildiği gibi belki de biz büyükler hiçbir şeyi tek başına anlamıyoruz, bu yüzden yaşananlar her ne kadar gittikçe büyüse de olaylara naif duygularla yaklaşınca olabildiğince ön yargısız ve ufacık düşünce pırıltıları katıldığında, yaşanılanların anlaşılmasının daha kolay olacağının garantisini veriyorum. Bunu herkes yapabilir mi bilmiyorum fakat yapılması gerektiğine inanıyorum.

“İnsanın kendini yargılaması başkasını yargılamasından daha zordur, iyi yargılamayı başarırsan, gerçek bilge olduğunu kanıtlamış olursun” sözü kitabı  sadece  çocukların  değil yetişkinlerin de okuması gerektiğini açıkça gösteriyor zaten.

 

Kendini kral sananlar, kraldan daha çok kralcı olanlar ve hatta “kral öldü yaşasın yeni kral” diyenlere ise iki kere okuma cezası verilmesini öneriyorum.   -Devamı »

 

Nerede ne zaman kulağıma çalınsa, ister “simsiyah gecenin koynunda” ister gün ortasında hüzün dolu bir yalnızlık şarkısıdır benim için dönence.

İçinde barındırdığı sözlere rağmen umut ışığı yok  gibi gelir nedense…

Ne Oğlak ne de Yengeç…

Dönence Nobokov’un Karanlıktaki Kahkaha’sı…

Kosinski’nin Boyalı Kuş’u…

Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi  gibi değişime uğratıyor tanıdıkça…

Devir değiştikçe bıraktığı tat da değişiyor adeta.

Kafalarda medcezir “çatlamış dudaklarda ne bir ses ne bir nefes” dönence sözün bittiği yerdir biraz da…

Hayatın anlamını arayıp durur kendince…

Dilden dile pervane…

Deli dolu divane… -Devamı »

Kerameti kendinden menkul şeyhlerin hayli bol olduğu bir dönemde,

gözler vel fecir, samurdan bir kaş, başında hareli nar olduğunu sanan

Şeyhil Mıhşi adında bir şeyh vardı ki; dili mukallit, görüntüsü Halepçe…

Vurdu mu hele  hançere…

Yer gök dinler sanırdı….

Eşi benzeri olmayan  bir sanattı yaptığı…

Her daim yörük semai formunda olan bu  fikri mücerret  Şeyhil Mıhşi Efendi

elinde tütün gören ahaliye;

“Helal ise içiyoruz en efkarlısından yok haram ise yakıyoruz en  azından…”

diyen  üstadın rakibi  olduydu bir aralar…

Müftehir edilsin isterdi taa! çocukluğundan beri zavallı…

Ama ne yazık ki; doldurulmuş dolma anlamında Şeyhil Mıhşi koydular  adını ta o zamanlar…

Boyu yer elması, davul bir göbekle işkembe-i kübradan konuşur olunca…

Acayip ve garaip  hareketleri farkına varıldığında, Şeyhil Mıhşi efendiyi bir hocaya göndermekte çareyi buldular… -Devamı »