Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Uzun sürmüş bir bayram tatili sonrası, vehamete kapılmış ruhumu uyandırmakla meşgulüm. Sonbaharda ordan oraya sürüklenen yaprak misali,dolanıp duruyor düşünceler zihnimde… Zamana sığdıramayacak kadar çok şey demek istiyorum ama ne yazık ki,konular arasında sabırsızlıkla dolanırken,birde bakıyorum YAZI değil BEN yokum.

Başıma gelen bu anlamsız durumu sizden uzak olsun bir gece vakti tesadüfen elime aldığım ve sadece arka yüzünü okuyup burun kıvırdığım “Leyleklerin Uçuşu” adlı kitaba bağlıyorum.

Başlamak için kardeşim Serkan‘dan inanılmaz derecede baskılar duymama rağmen bir türlü kitapla hasbihal olamıyordum. işte ne olduysa o gece ve sonrası oldu.Neyse lafı fazla uzatmadan anlatayım.

Jean Christophe Grange’ın polisiye tarzı beni sarmadığından olsa gerek herhalde,işte adını zikrederken dikkat etmem gereken şu meşum kitabın içinde gezinip gezinmeyeceğime karar vermek üzereelime almıştım ki;arka kapağındaki sözlerin beni şaşırtmaması üzere başucumda başka bir gece tekrar bir şans vermek adına bırakıp uyumaya koyuldum.

Ertesi gün dünden farklı değildi güneş aynı güneş rüzgar aynı rüzgar… Başka bir ifadeyle alalade bir hava vardı yerde yaşayanlara göre… Bana göre göç için seçilmiş gibi görülmeyen bir gün bile denilebilirdi.Ta ki, insanlardaki hareketliliğin nedenine varana dek…

Etraftaki herkes gökyüzüne bakıyordu, beri yandan birbirleriyle gökyüzünde gördükleri görüntü hakkında fikir telakkisinde bulunarak… İşte  tam o sırada yanlarına vardım ki; onbinlerce leylek havada şehri İstanbol’u, sonbaharı daha sıcak bir yerlerde karşılamak üzere, sürüler halinde terk ediyordu.

İtiraf ediyorum,bu görüntü karşısında kala kaldım.Çünkü gördüğüm görüntünün muhteşemliği yanında,gecede bıraktığım o kitap arasındaki bağlantı başımı döndürdüğünden,kitabı elime alacağım saatleri saymaya başladım. Bu bir işaret olmalıydı. Süreklice başlamayı ertelediğim bu kitabı elime almam için artık çok önemli bir gerekçem vardı. “Leyleklerin Uçuşu” kitabını elime aldığımdan çok değil üç beş saat sonra onbinlerce leyleğin uçuşuna şahit olmuştum.

İşte nihayet kitabı okumuştum. Başınıza gelmedikçe de, öyle “okuyun” diye de önermiyorum ama işin doğrusu o leylekleri havada gördüğümden beri daha sık yolculuklar yapsam da;asıl mesele ruh göçü yapıyor olmamda sanırım. Hayır elbette renkarne olmuyorum herhangi biriyle, gördüğüm yerle ilgili de-ja-vu da yaşamıyorum. Kendi içimde turlar düzenliyorum öte diyarlara doğru..

İbre bazen işte gerçekte gördüğüm onbinlerce leyleğin etkisiyle reel alanda bazende şu malum kitabın etkisiyle irrel alanda?Leyleklerle yaşayıp duruyorum. Bazen biri denk geliyor bazen de diğeri aman ne fark eder ki bendeki durumun etkisi her iki türlü de leylek etkisi?.

Hülya YALIM

www.hulyayalim.com

6 yorum yazıldı

  1. Leylek dedi ki:

    Leyleğin ömrü laklak ile geçer sanırlar bir de, her yıl 20 bin km yaptığımızı kimler biliyor? ömrümüz yolda geçiyor konar göçer bir yaşam ama üzülmeyin geçiçi bir süre için taşındık baharda tekrar görüşünceye dek Afrika’dan Sudan’dan http://www.hulyayalim.com sakinlerine SELAMLAR….

  2. Kutay dedi ki:

    Sonbahar’Dan kaçmaya çalışsalar da yaşayacakları bizim gözümüzde yine sonbahar olacak..Sonbaharın sıcaklığını yaşayabilmeyi ben de isterdim,ama sonbahar benim için hiç sıcak olmayacak biliyorum,hatta kıştan daha sert soğukları ben sonbaharda hissedeceğim,hissediyorum..Vücuduma hastalığın mikrobu bile sonbaharda giriyor engel olamıyorum hoşgeldin demek zorunda kalıyorum..Ve şifayı yine sonbaharda bulmaya çalışsamda aslında ben hep hastayım.İçimi bir kaç bardak ıhlamurla ısıtmaya çalışıyorum,yorganlara sarılıyorum,kat kat giyiniyorum ama fayda etmiyor..Hani hep bizi leylekler getirir derlerdi ya büyüklerimiz biz küçükken,ben onu şimdi istiyorum,keşke leylekler de beni götürse sonbaharın sıcaklığına,benim gidecek gücüm yok…Gerçekten yok..

    Teşekkür ederim..

  3. hafize dedi ki:

    Leyleklerin buraları terk edişini bende izlemiş ve izlerken de kendimden geçmiştim. Onlar sonbaharı daha sıcak bir yerde geçirmek için göç ediyorlar peki biz daha rahat yaşamak için nereye göç edelim. Ama ne acıdır ki yerimizden kıpırdayamıyoruz.
    Yazardan mı geçti nedir? Bedenim burada olsa da ruhum kayıplarda. Ruhum burada olsa bedenim firarda? Giden mi gelen mi hangi leylek gönlüme pusula?
    Öte diyarlara düzenlenen turlara koşulsuz gelecek bir kişi daha var 🙂

  4. isa dedi ki:

    Yılların yıllara göç etmediği göç öncesindeydi zaman.
    Masalsı bir cocukluktaydı tüm bir yaşam.

    Ben babamı ve leylekleri bereber tanıdım ve sevdim.
    Babam leylekleri uzunca ve sahici gagalarıyla kenar süsleri olarak çizerdi D.M.O.malı sarı saman sarısı defterime. Çocukluğumun gülümsemelerini yaşardım.

    O zamanlar şehrin göğü daha bir maviydi,
    Bu gri şehrin kimi gri evlerinin büyük kara bacalarında;
    Beyaz leylek aileleri konaklardı hiçte karaya çalmadan!

    Ve bu gri kenten göç ettiklerinde; yollarında hicaza da uğradıklarından en masum hacıları sayılırdılar tüm bir gri kentin.
    Hacı leyleklerimizdiler.

    Yine buna yakın bir masalsı bir zamanda
    Babam kanadından yaralmış bir leylekle eve geldi ve yaralarasını pansuman etti evin bodrumunda 10 günlüğüne de olsa konuk ettikten sonra göç yollarına sürdü leyleği.

    Oysaki şimdi reel zamanda: kent griden karaya çalarken gök ne eskisi gibi mavi;ne masum hacı leyleklerimiz; nede de babam var.
    Göç ettiler mavi gök, gri kent, hacı leylekler vede babam!
    Sanırım aynı yerdeler!!!

  5. frank ribery dedi ki:

    Çocukluk günlerimde arkadaşlarımla unutamadığım anılarımdan biridir gökyüzünde gezinen, ince uzun bacakları ve sivri gagaları ile ilgimizi çeken leylekleri izlemek… Bahar günlerinin bir habercisi olarak bildiğimiz, üstümüzden kalabalık sürüler halinde geçen ve havada daireler çizerek yuvalarına dönüşlerini izlerken, arkadaşlarımla birlikte ellerimizi sevinçle çırparak “Leylek leylek havada, yumurtası tavada?” diyerek çılgınca bağırırdık. Çok güzel günlerdi o günler…

  6. mamoste dedi ki:

    İki yıl önce okuduğum bir kitap ve üç ay önce hiç anlamadığım bir şekilde beni bulan kitaptaki bir paragraf?
    -Sen bu halk için her şeyi göze alıyorsun, günü gelecek aşağılanacaksın, aç kalacaksın, sürüleceksin ölümü ensende hissedeceksin ama aslında halk seni sorumlu tutacak her şeyden, sen onlar için temizlenmesi gereken bir pisliksin?gibi kelimeler kelimeler kelimeler?.dediğim gibi kitabı okuyalı iki yıl oldu ve gerçekten böyle bir paragraf var mıydı onu da bilmiyorum?. Ama içimde bir ses John Steinbeck?in Ekmeğimi kazanırken kitabından okuduğumu söylüyor gerçek mi bilmiyorum sadece bir his?.

    Ve evet her şeyi bir tarafa bıraktım iç dünyama kapandım.. kendimi sorgulamam başlamıştı ne kadar sürecekti, nereye varacaktım bilmiyorum..

    Uzak durdum artık beni ilgilendirmeyen konulardan ?artık yağmur sadece pantolonumu kirlettiği için yağmamalı idi? , ? beni mutlu ettiği sürece güneş doğmalı idi?, ?ben ben ben?
    Sonra olmadı mutlu herkes gibi yoluma koyulum gidemedim. Kısaca yine buradayım?
    kim bilir belki birkaç ay renkarne olmuştum huzursuz biriyle ama sonuçta leylekler beni yine buraya getirdi

Yorumun ne olacak?