Amerikan müzik endüstrisinin bir çocuktan yarattığı popüler ikon Michael Jackson öldü.
1980’lerde dünyanın kitle kültürünün etkisi altına girdiği yıllarda Michael Jackson mübalağasız bir fenomendi.
Değerlerin arsızca çözüldüğü, hızlı, kolay ve kitlesel tüketimin şahlandığı zamanlarda parladı.
Albümleri 750 milyon satan, ekran başına 100 milyon izleyiciyi toplayan, Elvis ve Beatles’i geride bırakan Guinness satış rekorlarıyla Jackson kitlesel bir stardı.
Şarkıları, dansları, giyim tarzıyla alışılmış starlardan bambaşka biriydi.
Michael Jackson’u izlemeden büyümemiş bir çocukluk olamazdı.
Çizgi film kahramanını andıran görünümü, uçarak dans eden ayaklarıyla dünyadan biri gibi değildi.
1978’de Diana Ross’la birlikte rol aldığı The Witz filminde Jackson korkuluğu canlandırdı.
Bu korkuluk rolü, Jackson için belki de varlığındaki hiç gideremeyeceği boşluğu sembolize edecekti.
Bu filmde aşık olduğu Diana Ross’a benzemek onun için bir hedef oldu, geçirdiği estetik operasyonlarla yüzü şekilden şekle girdi.
Jackson karmaşık kimliği, hiç netleştiremediğimiz yüzü, belirsiz cinsiyeti alışılmışın dışında bir imgeydi.
Kadın yüzlü erkek bedeni, kurtulmaya çalıştığı siyahi derisi, çocuk fantezileri yaşayan erişkinliğiyle kendi kimliğini yitirmiş bir dünyaya ve zamana karşılık geliyordu.
Popüler kültür Michael Jackson’le yeni bir şey deniyordu, sanki sentetik bir mit yaratıyordu.
Ve bunu başardı.
Jackson gittikçe tuhaflaşan görünüşü ve tavırlarıyla kitlelere ‘gerçek dışı’ bir algıyı verdi.
Ama bu algının bedelini yine kendi hayatından karşılamak zorunda kalacaktı.
Kendine takındığı gizemli, dünyaya ait olmama rolünün hakkını video kliplerinde sonuna dek veriyordu.
Michael imgesinin peşinden milyonlar çılgınca koşuyordu.
Kapı gıcırtısı, gök gürültüsü, kurt uluması kullandığı Thriller albümü bütün dünyayı Thriller diye haykırttı.
Gelmiş geçmiş en yüksek albüm satışına ulaştı.
Şarkı söyleme ve dans tarzını aldığı James Brown’nu sahnede aratmayacak kadar görkemliydi.
Kendini ölümsüzleştirme çabaları hayatının bir boyutunu da kapladı.
Yaşlanma korkusu, ağır takıntılar ve içindeki ‘siyahı aklama’ çabaları onu bırakmıyordu.
Büyük bir göl, hayvanat bahçesi ve lunaparkı olan çiftliğinde kurduğu dünyada çocukluğunu yakalamak istiyordu.
Maskeler takıyor, oksijen odalarında uyuyordu.
Elvis’in kızıyla yaptığı evlilik, reklamın yanında muhtemelen kendini Elvis’le bütünlemek arzusunu taşıyordu.
http://www.aksam.com.tr/2009/06/27/yazar/13300/nihal_kemaloglu/michael_jackson_dunyeviligi.html
Yorumun ne olacak?