Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

‘Tanrının Doğum Günü’ yılın en çok konuşulan kitapları arasına girdi. Kitabın yazarı Burak Özdemir, ilk ve son kez Aktüel’e konuştu. Neden fenomene dönüştüğünü anlattı, kitapta anlatılan Kuran’ın kadim sırrı ne?..
Yazar buRAK özDEMİR’in kitabı “Tanrı’nın Doğum Günü”, İslam ve Tanrı’yla ilişkileri yeniden düzenleme iddiasıyla, birkaç ayda tam bir fenomene dönüştü! Yazarı ve birçok okuru tarafından “Kur’a n’ın en kadim sırrını” açıkladığı savunulan kitapla ilgili okuyacağınız bu röportaj da büyük tartışma yaratacak! “Bundan sonra İslam bel ki de en çok Nişantaşı’nın konusu olacak” diyen özDEMİR’in söylediklerine şaşıracak, belki hak verecek belki kızacak ya da inanamayacak sınız. Yazarı içinse tek şart; önyargılarınızı bir kenara bırakmanız?

Birkaç aydır herkes bu kitabı konuşuyor. Gazeteciler peşinde”Tanrı’nın Doğum Günü”, 19 Ekim 2006’da, Kadir Gecesi’nde yayımlandıktan sonra hiç reklamsız, sadece kulaktan kulağa yayılarak 7500 sattı ve şu an 5. baskısı yolda. Tanrı ve İslam’la ilgili çarpıcı açıklamalar içeren kitabın çok merak edilen yazarı (kendi adını kullanmayı tercih ettiği şekliyle) buRAK özDEMİR, “kitlelere ulaşma planı”nın parçası olarak ilk ve son kez Yeni Aktüel’e konuştu. 1997’den beri iletişim, marka ve reklam dünyasının içinde olan buRAK özDEMİR, Türkiye’nin önde gelen kuruluşlarına marka danışmanlığı yaptı, reklamlar hazırladı. Sekiz yıl bu alanda çalıştıktan sonra 2002’de kendi marka danışmanlık firması Strategica’yı kurdu. Ajansında arzu ettiği özgürlüğü yakaladıktan sonra, istediğinin aslında bu olmadığını fark etti. “2002’de, ‘Yıl2binyüz2’ diye bir kitap yazdım; 100 yıl sonra Türkiye’nin ve dünyanın halini anlatan fantastik bir bilim kurguydu. Yazmanın tadını aldıktan sonra bir ikilem yaşadım; reklamcılık ve yazarlık. Bu ikilemi yaşarken reiki ile tanıştım. Başka öğretileri de araştırdım. 2005-2006’da, eve kapandığım, kendimi dünyevi zevklerden uzaklaştırdığım bir dönem oldu. İç dünyamda birtakım şeyler yaşadım ve bu kitap çıktı” diye özetliyor kitaptan önceki yaşamını.

– Bu kitabı yazmadan önce dinle aranız nasıldı? İslam’ı ve Tanrı imajını yeniden konumlandırmayla ilgili bir kitap yazacağınız aklınıza gelir miydi?
Kitabı yazmadan önce dindar arkadaşlarım bana Müslümanlığı anlatıyorlardı, ben de onlara “İslam sizin anlattığınız şeyse ben Müslüman değilim” diyordum. Modern, Batılı yaşam tarzını arzu eden kesim hangi konuda sıkıntı çekiyorsa benim de sıkıntılarım o yöndeydi. Kitap İslam’ın i’si olmayacak şekilde gelişmişti konsept olarak ama adı belliydi: “Tanrı’nın Doğum Günü.” Proje, yeryüzündeki Tanrı kavramını, iyi bir yeniden konumlandırmayla istenen yere getirmekti. Meditasyonlarda yaşadığım ilginç şeylerin bana verdiği güvenle buna soyundum. Aslında dünyada çektiğimiz sıkıntıların çoğu, Tanrı’nın dünyadan elini eteğini çektiğiyle ilgili zannımızdan kaynaklanıyor. Biz kendi penceremiz ölçüsünde Tanrı’yı algılıyoruz ve algılattırıyoruz. Normalde kitap yazma sürecini hepimiz biliriz. Bir şeyi öğrenirsin ve onu kaleme alırsın. Ben geceleri yazıyordum ve gece ne öğreneceğimin merakı içindeydim. Kitaptaki “ben” karakteri Tanrı’ya karşı içindeki her şeyi dile getiriyor, bununla ilgili son derece mantıklı, birbirleriyle tutarlı cevaplar alıyor ve Tanrı’yla yakınlaşıyor. Daha önce Kuran’ı çok okudum, araştırdım Türkçe’sini. O günlerde herkesin anladığından farklı bir şey anlamamıştım ama kitabı yazarken öyle bir frekansa girdim ki bunu tarif etmesi zor.

“Ben yazmıyordum, okuyordum”
– Nasıl bir frekanstı bu? Kitabı size Tanrı mı yazdırdı? Eğer O’ysa bunun için neden sizi seçmiş olabilir?
Yıllardır Kuran okuyan insanlar, bu işin uzmanları, ilahiyatçılar, tefsirciler var. Sen kimsin ki böyle bir kitap yazıyorsun, diye yorumlar geliyor. Dolayısıyla “Neden ben” en çok zorlandığım soru. Oturduğunuz yerde, bir anda bir frekansa girdiğinizi, bilmediğiniz şeyleri duyduğunuzu, bilmediğiniz şeyleri yazar ve savunur hale geldiğinizi düşünün. Meditasyon sürecinde muazzam bir bilgi akışı oldu. Yanımda hiçbir kitap yoktu ve yazdıklarım diğer kitaplarda yazılan türden şeyler değil. Kitap, Tanrı’yla ya da Tanrı olduğunu iddia eden bir karakterle, ben olarak adlandırılan bir karakter arasındaki diyalog olarak yazıldı. “Dona” olarak yazılan cümlelerde ben yeni şeyler öğrendim. Cümleler gidiyordu, parmaklarım da hareket ediyordu ama ben okuyordum, yazmıyordum o sırada! Chat’leşme, benim sunduğum bir format. Ben insanlara “Gelin bunun adını birlikte koyalım. Ben böyle şeyler yaşadım. Delirdiysem beni tedavi ettirelim, dediklerim doğruysa bunların gereğini yapalım, ortada sıradışı bir durum var” dedim. Burada da yapacağım şey aynı, buna okuyanlar kendileri karar versinler. Bunu ben mi uydurdum, yoksa bir frekansa girdim ve bunları yazdım mı? Bunlar özünde Kuran’la ilgili benim bilmediğim, insanlığın bilmediği yeni şeyler ve bunları yazmak bana kısmet oldu.
– Tanrı neden Dona adını kullanıyor?
Okumayanlar, Dona’yı mitolojik bir isim gibi algılayabiliyor. Hiç “İslam” bulmadıkları için bana demediklerini bırakmıyorlar tabii. Önyargılar kötüdür diye boşuna söylemiyorum… Okuyanların da çok merak ettiği Dona’nın anlamını ilk defa telaffuz ediyorum: Dona, Doğrudan O’NA’nın gizemli bir kısaltmasıdır…
– Peki neden “Tanrı’nın Doğum Günü” (TDG) dediniz? Bu ilk anda bile insanların olumsuz tepkisine yol açabiliyor.
“Tanrı’nın Doğum Günü” ismi, kitapla ilgili koruyucu bir kalkan. Doğum günü deyince, anne, anne rahmi, ondan çıkmakta olan bir çocuktan başka bir şey hayal edemiyorsan bu kitap henüz senin için çok erken. TDG’yi okumak istiyorsan önyargılarından arınmak zorundasın çünkü içerde, sabitleşmiş inançları kökünden sarsan ciddi şeyler bulacaksın. Müslüman kültür Tanrı kelimesini sevmiyor. Bu bilinen bir şey. Bu sadece Müslümanlar’ı ilgilendiren bir kitap değil. İslam bütün dünyayı etkiliyor. İngilizce’ye çevrilemeyecek kelimelerden kaçındım mesela. İlk etapta İngilizce’ye ve Arapça’ya çevrilecek. (Kitap şu anda çevriliyor.) “Tanrı’nın Doğum Günü”, bir test insanlar için. Bu kadar küçük bir noktada takılan bir kimseyle ben zaten kitapta buluşmak istemiyorum. Edebi bir eserde mecazi anlamın kullanılabileceğine ihtimal verilmemesi de çok mizahi bir durum. Ben sabırlıyım, kendimden, bu kitaptan çok eminim.

“En büyük koruma, korkusuzluktur”
– Ve cesursunuzKitaptaki “Tanrı bana gelsin. O’nu yeniden 1 numara yapayım!” Sırf bu sözü söylemek bile cesaret ister. Korkmuyor musunuz?
Bir çevrenin beni korkutması için önce korkunun ne demek olduğunu anlatması lazım. Ben bilmiyorum, bende öyle bir şey yok. En büyük koruma, korkusuzluktur, o boyuta girdiğinizde karşınızdaki sizden korkuyor. Benim için tek bir ölüm olabilir, o da başarısızlık. Bu kitabı taşıyamamak. Değişimin düğmesine basıldı artık. Ben ölsem de kalsam da hiçbir şey değiştirmez. Beni ortadan kaldırsalar da, bu, kitaba hizmet eder. Şu anda sıradan bir insanım ama ölürsem efsane olurum, giremediğim her yere girerim.

– Kendini dindar, muhafazakâr diye niteleyenleri bu kitaptan korkutan şey ne olabilir?
Din hep buradaydı. Dün vardı, bugün de var ve yarın da olacak ama dindar kimliği elden gidiyor, onu söyleyebilirim. Dindarlığın aslında ne demek olduğu, bilgelik kimliğinin müminlik kimliğiyle buluşması birtakım insanlar için çok ciddi sürprizler oluşturacak. TDG’nin okunduğu Nişantaşı’nda bir kafede kahvesini yudumlayan insanların, birileri onlara Kuran gösterdiğinde moralleri bozulmayacak. “Gel bak beraber okuyalım, sen Kuran’a sevgi düzleminden baktın mı” diyecekler. Türkiye’nin dengesi bunun üzerine kurulmuş. İslam, Fatih’in konusu olmuş. Nişantaşı’nı markalar işgal etmiş. Bundan sonra İslam belki de en çok Nişantaşı’nın konusu olacak.
– Peki Fatihli dindarlar, Nişantaşılı Müslümanlar’ı kabul edecek mi?
Samimi dindarlarsa, dindarlığı bir kimlik, insanlara karşı bir böbürlenme meselesi olarak görmüyorlarsa bunu memnuniyetle karşılarlar. TDG’nin iki etkisi var. Birincisi bireysel etki; siz okudunuz ve hayatınızı değiştirmeye başladınız, İslam’ı seviyorsunuz. Bu sizin bireysel ilişkiniz. Bu bireysel etkiden uzak dursanız da fark etmez, bu kitabın bir gün bir de sosyal etkisi olacak: Dünyanın değişmesi. İnsanların düşünce yapılarını değiştirdiğinizde dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Dindar kesim İslam’la ilgili ne hayal ettiyse o gerçek olacak ama yol konusunda hemfikir değiliz. Türkiye ve İstanbul, dünya için bir laboratuvar. Fatih’le Nişantaşı arasındaki çatışma, Amerika ile Ortadoğu arasındaki çatışmayı doğurur ve biz Fatih’le Nişantaşı’nı ortak bir şemsiye altında, sevgiyle yaşatmayı başarırsak, Fatih ve Nişantaşılıları birbirlerini yargılamaz hale getirirsek, Batı kamuoyu da Müslümanlar’la yaşanabileceğini görecek. Biz dünyanın geleceğinde çok önem arz eden bir ülkedeyiz. Bin Ladin denen ve Müslüman olmayan bu insanın, dünyanın başına sardığı pisliği biz Türkler temizleyeceğiz. Tarihimiz zaten buna hazırlıkla geçmiş. Hep Batı’nın kapısındayız, hep bir tampon görevi görmüşüz ama elimizde hiçbir zaman bir proje olmamış. Artık elimizde TDG var ve bu bütün dünyaya Kuran’daki kriptolar aracılığıyla medeniyetlerin bir gün hayal edilmemiş bir kardeşlik içinde olabileceğini gösteriyor.

“Biz dünyayı kurtaracağız, öbürleri de alkışlayacak”
– Gelecek için iyimser misiniz peki?
Her şey düzeleceği için bugün bu kadar daralıyoruz, bir çeşit doğum sancısı içindeyiz. Şunu da söyleyebilirim, çok iyimserim ama belli koşulları yerine getirirsek, belli adımları atarsak… Bu adımların atılacağını biliyorum ama hiçbir adımın atılmadığını düşünürsek bizi çok korkunç bir senaryo bekliyor. O uçakların sınırımızdan geçmesi, pilotların dalgınlığı filan çok çocukça… Bu uçakların neden uçtuğunu çok iyi biliyoruz. O çuvalları ne için Amerika’dan Irak’a getirdiklerini de çok iyi biliyoruz, bunlar bir projeye hizmet ediyor. Büyük Ortadoğu ProjesiGerçekten çok kötü bir gidişat var. Bir kitap dünyayı değiştirebilir mi, değiştiremez mi? Ben değiştireceğini söylüyorum, okuyanlar da bunu söylüyor. Ben vizyonu açık, ılımlı, aklı selim sahibi, bilge, belki bilge olduğunun bile farkında olmayan insanlara sesleniyorum. Biz onlarla birleşip bu dünyayı kurtaracağız. Ama öbürleri de bizi alkışlayacak.
– Bu kitaba İslam’ın “Secret”ı demek mümkün mü?
Böyle söylersek çok küçümsemiş oluruz. Kitabın içindeki bir sayfanın genişletilmiş halidir o kitap. O tip kitaplar insanlara kendi gücünü fark ettirme, özgüven kazandırma anlamında çok faydalı ama TDG, kişinin Tanrı’yla arasını düzelten, İslam’la olan meselesini çözen bir kitap. Bu kitabı ben hiçbir kitapla kıyaslamam. Bu, farklı enerjisi olan bir kitap. Kitaplar ruh halimizi değiştirmezler, karamsarsanız, iyimser olmazsınız ama bu kitap bir karamsarı, dünyanın en iyimseri haline getirebilecek bir değişim enerjisine sahip ve bunu bir Türk yazdı. Böyle bir eleştiri geldi. Kitapta Tanrı bazı yerlerde Türk milliyetçisi gibi davranıyor, dendi. Tanrı tabii ki Türk milliyetçisi değil ama ben öyleyim. Bugün böyle bir eser yaratmaya vesile olabilmişsem, bu topraklardan aldıklarımı nasıl inkâr edebilirim? Tabii ki bütün milletlerle kardeşiz o farklı bir şey, o çizgiyi taşırmıyoruz ama tarihin, hayat deyin, Tanrı deyin, evren deyin, Türkler’e verdiği çok özel bir konum var ve biz bu konumu nihayet değerlendirmek üzereyiz!
– Her jenerasyon farklı bir Kuran düzlemini mi okur? Kuran’daki dinamik içeriği açıklar mısınız?
1400 yıldır değişmeden duran bir metnin bir anda hareket ettiğini fark etmek inanılmaz bir deneyim. Binlerce yıldır okunmuş bir ayet, anahtarını çeviriyorsun, farklı anlamlar ifade etmeye başlıyor ve bu anlamlar tam da bizim ihtiyacımız olan anlamlar. Sır diye ben buna derim: Kuran’ı Kerim hareket ediyor. Dünyada tutuculuğun, muhafazakârlığın simgesi haline getirilmiş İslam. Buna üçüncü bir kelime daha eklendi: Şiddet. Muhafazakârlıkla değişime direnmekle eş anlamlı hale getirilen bir kelime artık değişimin ta kendisi oluyor. İslam 21. yüzyılda değişimle eşdeğer bir kelime olacak; biz anahtarı çevirdikten sonra. Biz anahtarı çevirdik, ama insanlar anahtarın çevrildiğinden yeni haberdar oluyor
– Arapça bilmediğinizi söylüyorsunuz, kendinize kaynak olarak en doğru çeviriyi seçtiğinizden nasıl emin oldunuz?
20 küsur kaynaktan tek tek kıyaslayarak en doğrusunu bulup kullandım. Bana “Sen Arapça bilmiyorsun” diyorlar. Evet bilmiyorum ve bununla gurur duyuyorum çünkü başımıza ne geldiyse İslam’ı Arap kültürünün bir parçası olarak algılamaktan geldi. Tanrı’yla olan iletişim dili kişinin ana dilidir. Müslüman olmak, Kuran öğrenmek bir dil çalışması değildir. Dolayısıyla hangi dili biliyor olursan ol Kuran’ı idrak edebilirsin. Bu yüzden ona kutsal kitap diyoruz.

Kitaptan: ?Kur’an iki düzlemli bir kitap, İslam iki perdeli bir oyundur. (?) Müteşabih teknolojisine dönmeliyiz?? Anlamı değişen ayetlerin bir o zamana bir de bu zamana hitap eden anlamları olduğu kastediliyor. Yazar, bu iki düzlemi görmenin anahtarınınsa Kuran’daki harflerde gizli olduğunu savunuyor! Kitaptan: ?Kur’an’ı dünyanın sonuna kadar diri tutacak yetenek, onun müteşabih yani benzeşmeli ayetleridir. Senin Tanrı’n bugün, müteşabih ayetlerin kilidini çevirmek için burada. Ben anahtarı çevireceğim ve sen de Kur’an’ın bambaşka bir kitap haline dönüştüğünü göreceksin…?

Aysun Orhan/AKTÜEL

Yorumun ne olacak?