İnsanın kendi yaşamının kopuk sayfasını anlatması hiç kolay olmuyor… Yazı yazmayı varoluş biçimi olarak belirleyen birinin elinde olmayan nedenlerle yazıya ara verdikten sonra ilk yazı yazma biçimi ise hayli acemice oluyor.
Klavye tuşları ile monitör arasında sıkışık kalıyor gibi geliyor önce sözler ,sonra parmaklar ,sonra da gözler derken tüm beden hatta gitgide evren…
Boşluklar…. Derin derin boşluklar oluşuyor… Sözcükler arasına basılı kalan boşluk tuşu ile uzun uzun sürüp giden o hain boşluklar….
Bir türlü istenilen söze, aranan vurguya, kullanılması gereken noktalama işaretine, heceden kelimeye doğru giden yolda ulaşması beklenen cümleye, tüm aramalara karşın bir türlü ulaşılamaz…
Dilek kiplerini (yazmalı) haber kiplerine(yazıyor) çevirmek adına tüm çabalar boşa…
Beklemek boşuna, ilham gelince haber verir nasılsa…
Derken, bir gün” yazılmadık ne kaldı ki? ” sözüyle hiç umulmadık bir anda karşılaşınca, tüm vazgeçirme çabasına rağmen yazmaktan vazgeçmemenin hazdan öte, büyük bir tutku olduğu fark edilince, yazmanın aslında yazgı olduğuna dair bir düşünce gelişti zihnimde.
” Yazılmadık ne kaldı ki? ”
Yazı yazmak istediğini belirten bir öğrencinin, hocasından gelen cevap bu:
” Yazılmadık ne kaldı ki ? ”
Denilen o ki ; hoca bu sözü söyleyip öğrencinin yazı yazmaktaki kararlılığını ölçmek ister
ve ekler : ” her söz yazılı…”
Yüksek ihtimalle hocanın buradaki ” ..yazılı ” derken atıfta bulunduğu şey; kutsal kitaptır ancak,
hoca da yazardır.
Yazı yazan birinin ” yazılmadık ne kaldı ki ? ” demesi daha anlamlı gelir öğrenciye.
” Yazmak istiyorum çünkü …..” diye tamamlamak istese de sözü tam olarak bitiremez, öğrenci utancından.
“Ama yazmak gerekir” der.
Ve asla yazmaktan vazgeçmez.
Aslında yazmak çile içinde olmaktır. Ve kesinlikle bir sorun belirtisidir.
Yalnız kalmamak için okuruz ama yalnız olduğumuz için yazarız.
Yaşamı anlamak için hatta anlamlandırmak için yazarız. Yazmak anladığımızı görebilme fırsatı verir bize .
Son yazdığım yazının ” Yazmamak ” üzerine olmasının bile bir nedeni olmalı…
Hele bir de “Yazmamak” yazısından sonra tam dokuz ay yazı yazılmamışsa, bu başlığın önemi daha da artıyor.
İtiraf ediyorum yazmayı çok seviyorum ama….
Aslında anlamak için yazıyorum.
Anlayıp anlamadığımdan emin olmak için de yazıyı paylaşıyorum.
Bu yazı da aslında yazılacak çok şeyin olduğunun yazısı ve kanıtı…
Sahiden yazmak yazgı olabilir mi?
Üzerinden tam dokuz ay geçmesine bir anlam atfetmek gerekirse;
yazıyla doğum yaptım belki de …
Unutmamak gerekir doğmamış doğurmamış olan
Tanrı da yazar…
YAZAN : Hülya Yalım
ZAMAN MEKAN : ( Aslında bu yazı olan biteni okurla paylaşmak için yazılmış en özel yazılardan biri oldu. Pek de başardığı söylenmese de kendini saklamak adına sürekli sözcükleri gözlerine çekti yazar. Bu yazı yazılırken; Akerdeon by Edward Aris- Düşlerle Yolculuk 4 müzikleri dinlendi. Sakinleşme adına rezene çayı içildi)
Sait Faik’in Haritada Bir Nokta diye bir öyküsü vardır sevgili Hülya tam senin gibi yazmaktan vazgeçmiş bir insanın öyküsünü anlatır. Bilirsin Sait Faik balıkçıları çok sever. Onları gözlemlerken yaşadığı bir olaydan o kadar üzüntü duyarki şöyle der:
“Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
senin gibi bir yazarın imzasını almak ne büyük onur teşekkür ederim Legri,lütfen doğumundan sonra bu kürkçü dükkanında yalnız bırakma beni…
Bu yazının altına imzamı atmak istiyorum Hülya. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı misali bizim de dönüp dolaşacağımız yer yazının özü. Bir kere başladı mı insan yazarak düşünmeye başka türlüsünü yapmayı denedikçe başaramıyor yazının kollarına atıyor kendini. Yeni web siten ve aslında doğan bebeğin demeliyim hayırlı olsun. Sevgiler