Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce Düşünceler Düşünce

Ben insan hakları üzerine yazılar yazıp kelimeleri adeta cımbızla çekip ince ince dizmeye çalışırken istiridye içinde büyülü bir inci gibi küçük minik ve bir ajanda gözlerimi aldı.

Geçen sene inanç konusunu ele alıp İLLALLAH ! adı altında ajanda çıkaran Metis Yayınları bu sene Irkçılığa Ayrımcılığa ve Nefret suçlarına Karşı konusunu ele almış.

Hayır elbette anlaşmadık işin aslı tam yanına rast geldi eh ben de manzara koydum. Dolayısıyla çok mutlu oldum hem seçtikleri konuya hem de zamanlamasına…

Öyle ya tam da bu konulara eğilip üstelik bu konu hakkında iki yazı yazmışken akabinde 2011 ajandasında bunu görmek  ödül gibi geldi bana. Bu konuları kendime dert edinmekte haklıymışım demek ki dedim.

Ajandada yer alan önemli belirlemelerden biri  ırkçılığın süreç içinde farklılıklar gösterdiği; değişimin asıl kaynağı ise kapitalizmin gelişimi yönünde.

Buna göre önceden ?biyolojik? özelliklere vurgu yapan biyolojik ırkçılık yaygınken,günümüzde göçmenler ve mültecilere yönelik ?kültürel? özelliklere vurgu  yapan kültürel ırkçılık egemenlikler söz konusu ki çok iyi bir saptama bu bence,ben de yüzde yüz katılıyorum.

Bu yılki ajandaya ayrımcılık ve nefret suçları adlı konuya yer verme nedeni ise şöyle açıklanmış :

“Bu ajanda bir anlamda okurlarımıza bir davet. Nefret suçlarının yasalarda ayrı bir tanıma kavuşturulması, yasal mevzuatın nefret suçlarına hassas hale getirilmesi önemli bir hukuk mücadelesi. Hepimizin bir ucundan tutmamız, desteklememiz gereken bir mücadele.

Ajandada alıntıladığımız gibi, evet, yasalar insanların birbirini daha çok sevmesini sağlayamaz ama birbirlerine karşı suç işlemelerini engelleyebilir. En azından bunu umabiliriz.”

Ajandada dünyada ve ülkemizde önemli ayrımcılık ve nefret suçlarını tarihleriyle birlikte gördüğünüzde eminim siz de şahit olduğunuz veya daha önce duyduğunuz okuduğunuz olayları nefretle kınayacaksınız.

( Nefret ne garip duygusun sen)

Sadece beş yıllık bir süreçte işlenen nefret suçlarından işte sizlere birkaç örnek :

Manisa Selendi de toplanan ülkücü kalabalık Romanların yaşadığı mahallelere saldırdı Selendi de yaşayan tüm Romanların evleri ve araçları tahrip edildi yakıldı. 2010-

Eskişehir ‘deki Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı Niyazi Çapa, Filistin? e saldıran İsrail ile Ermenilerden özür dileme kampanyasına girişenleri kınadıklarını açıkladığı basın toplantısında eline ? bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez köpeklere giriş serbesttir” yazılı döviz aldı. 7 ocak 2009

Samsun?da Agape Kilisesi Pastörü Orhan Pıçaklar? ı ölümle tehdit ettiği iddiasıyla göz altına alınan 17 yaşındaki  S.S serbest bırakılmasının ardından ?yarın beni televizyondan izleyin katliam yapacağım” diyerek tehdit etti. 11 Ocak 2008

Gazeteci Hrant Dink bir nefret cinayeti kurbanı oldu. 2007

Trabzon?daki Santa Maria Klisesinin Katolik Rahibi Andrea Santoro silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 5 subat 2006

Malatya ?da Zirve Yayınevinde üç Hristiyan misyoner oldukları İncil dağıttıkları gerekçesiyle işkence edilerek öldürüldü. 18 Nisan 2007

Sisi isimli trans birey Kuşadası?nda dört darbeyle sırtından bıçaklandı ve yaşamını yitirdi. Fail elindeki bıçakla yakalanırken etrafındakilere ve polislere ?nasıl iyi etmişim değil mi ?? dedi. 4 Haziran 2008

Bingöl ?İl Milli Eğitim Müdürü Mehmet Ali Hansu bir açılışta “okuma yazma bilmeyenlerin tüm vatandaşlık haklarından mahrum edilmesi, hatta bunlara fırından ekmek bile verilmemesi lazım” dedi. 5 Haziran 2010

Maalesef bu yaşanan olaylar tarihte utançla hatırlanacaklar. Önceki süreçlere girersek Kürtçe konuşmanın bir yana şarkı dinlemenin bile suç olduğu dönemleri hatırlarsak sanırım kınamış olduğumuz duyguların  etkisi altında kalma riskimiz doğabilir. Bu nedenle tarihsel ayrımcılık ve nefret suçları örneklerini daha çok uzatmadan,Irkçılık ayrımcılık ve nefret suçlarını eleştiren düşünürlere sözü bırakıyorum.

?Vatanseverlik acımasızların erdemidir.? Oskar Wilde

?Düşmanlarımızın sözlerini değil ; dostlarımızın sessizliğini hatırlayacağız.? Martin Luther King

? Bir insandan nefret ediyorsan, onda kendinde olan bir şeyi görüyorsun demektir. Kendimizde olmayan bir şey bizi rahatsız etmez.? Herman Hesse

?Vatan sevgisi harika bir şeydir ama sevginin etrafına neden sınırlar çizelim ki?…? Paplo Casas

?Vatanseverlik sırf o ülkede doğduğunuz için ülkenizin diğer tüm ülkelerden üstün olduğuna dair bir kanıdır.? George Bernard Shaw

?Pek çok açıdan o fitneci bıyıklı esmer adam şeklindeki Meksikalı klişesi yerini bir gecede Arap klişesine bıraktı.? Guillermo Gomez Pena

?Milliyetçilik bir çocuk hastalığı insanlığın kızamığıdır.? Albert Einstein

?Hatırlamanız gereken ırkçılığın bireylerin yasadığı bir tür zihinsel tuhaflık ya da psikolojik bozukluk olmadığını anlamaktır ırkçılık bir ırkın diğeri üzerinde uyguladığı sistematik baskıdır.? James Grace Lee  Boggs

?Yurtseverlik kendi ülkenizden insanlara olan sevginizin önde gelmesi,milliyetçilikse sizde olmayanlara nefretinizin önce gelmesidir.? Charles de Gaulle

?Ajandada söz edildiği gibi bunca eşitsizliğin olduğu bir dünyada ayrımcılıktan tümüyle kurtulmak bir hayal. Ama özlenen, gerçekçi bir hayal. Tarihten öğreniyoruz ki, insanın adalet arayışı da bitmeyecek, hep sürecek?.

Neyse ki tarih boyu ırkçılık ayrımcılık gibi hezeyanlara düşenlerin karşısında son derece adil duyarlı insanlar da oldu ve olacak da.Önemli olan tenimiz, doğduğumuz yer, dilimiz, dinimiz değil ; hepimiz doğulu- batılı, alevi -sünni Türk- Kürt olmaktan önce insanız ,dünyalıyız .

Hepimiz bir birey olarak yapmış olduğumuz eylemlerden sorumluyuz, bizi biz yapan ise sadece ve sadece İNSANLIĞIMIZ.

Irkçılığın ayrımcılığın olmadığı barış dolu bir dünya dileğiyle İYİ SENELER!

Hülya YALIM

www.hulyayalim.com

 


15 yorum yazıldı

  1. İsmet Nakipoglu dedi ki:

    Tarihsel olarak üstünlük duygusu zaman ve mekâna göre sürekli bir şekilde yerler değiştirerek. Zaman diliminde bir oluş içerisinde olmuştur, ama hiçbir zaman içeriğini kaybetmemiş, her zaman diriliğini günümüz 21 yy? a kadar devam etmiştir. Ve ilginç olan o dur ki hep eziklerin toplumsal psikolojilerinde üstün olma arayışları vardır. İlkel-kominal ve genel anlamda arkaik toplumlarda üstünlük kavramı daha çok kas, kol güçleriyle ön plandaydı. Bu dönemlerde toplumsal yaşam sosyal, iktisadi, siyasi ve kültürel olarak fazla farklılaşmamış mal ve hizmetlerin paylaşımı, bölüşümü daha adil sistemlerle yapılmaya çalışıyordu.

    Özellikle Rönesans?tan sonra günümüze kadar devam eden modernizm süreciyle ırkçılık, üstünlük ve nefret duygularında bir değişim ve dönüşümün yaşandığına tanık olmaktayız. Modern toplumla toplumlar artık kendilerini başkalarıyla biyolojik anlamda üstünlük yarışına girmekten ziyade daha çok bilgi, beceri, yetenek ve teknolojik anlamda üstünlük kurma gayreti içine girmişlerdir. Modern toplumun en büyük hastalıkları olan ırkçılık ve nefret duygusu toplumun siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda derin eşitsizliklerin yaşandığı; adalet yoksunluğuna dönüştü. Irkçılık; bir birey ya da toplumun kendisini başka bir birey ya da toplumdan fiziki, kültürel, yetenek ve kabiliyet olarak kendisini üstün görmesi, diğer unsurları da küçük görme psikolojik halidir.

    Günümüz toplumların şu an içinde bulunduğu en önemli sıkıntı ve acımasızca büyüyen ırkçılık ve nefret duygularıdır. Toplumlarda adalet ve paylaşım erdemlerinin zayıflamasıyla beraber bu duyguların büyüyüp, filizlendiğine tanık olmaktayız. Aslında bu analizlerin en önemlisi bence insanın doğasıdır.
    Genel olarak insanların doğumuyla tüm insanların eşit ve özgür doğduğu; ama ne kadar özgür, eşit ve adaletli yaşadığı şu an sosyal bilimler için tartışılan beklide en önemli çalışmadır. Kötülük nefret ve adaletsizlik kavramının tarihsel ve ideolojik temellerini farklı ideolojik perspektifler ışığında yorumlanması gerektiğini düşünüyorum.

    İnsan doğası gereği iyi; erdemli ve kötülükten arınmış bir biyolojik varlıktır. Onu kötü duruma getiren, toplumda nefret, ırkçılık duygularını kazandıran siyasi iktidarlar ve yönetim biçiminden başka bir şey değildir. İnsan doğası gereği, özgür otoritelerden kurtulduğu müddetçe adaletli, sevgiye dayalı ve coşkulu bir toplum yaratılır.

    ??İnsanlık?? denen ideal kavramı gerçekleştireceği inancı 21. yy? a kadar hala korumaktadır. Binlerce yıllık insanlığın tarihsel birikimine rağmen hala bunu gerçekleştirememesi ya da ne kadarını gerçekleştirdiği ayrı bir çelişki ve tartışma konusudur. Öyle görülüyor ki insanlık, evrensel değerler, eşitlik ve adalet kavramları insanlar var olduğu sürece bu terimler güncelliğini koruyacaktır. Bu hedeflere ulaşmak için yapılan çetin mücadele tüm hızıyla devam edecektir. Irkçılık, nefret ve kötülük kavramlarına karşı çıkıp; bunların yerine eşitlik, adalet ve iyi argümanlarını toplumsal sahaya sürmek sizce ideal varlık alanı değil midir?

    Sonuç itibariyle, üstünlük ve erdem doğuştan kazanılmış özellikler değil de, sonradan kazanılmış değerlerin olmasının daha insani ve evrensel ahlaka uygun olabileceğini düşünüyorum. İnsanların belli bir dine, mezhebe, soya ve etnik biyolojik gerçekliğe sahip olması bir değer meziyeti olamaz. Çünkü bunlar doğuştan ve bedava kazanılmış ve hiçbir emek sarf edilmeden elde edilmiş statülerdir. Emeğin kutsallığı değer; her zaman daha yüce ve üstündür.
    En içten saygılarımla?

  2. secih dedi ki:

    nefret olmasada kızgınlık kaçınılmaz !

  3. legri dedi ki:

    @Tomruk CAN
    En iyi öğrenme biçimi görmektir. İçilmediğini görmek/ öldürülmediğini görmek/ saygı duyulduğunu görmek gibi. Yoksa akordu bozuk piyanoyla güzel bir eser çıkarmaya çalışmanın ne anlamı var? Bunca yıldır sigara sağlığa zararlı diyorlardı, sigara içmeyenleri umursayan oldu mu? Şimdi gayet rahat ediyoruz, belki de azınlık olarak belki de güçsüz çoğunluk olarak… Güçsüz çoğunluk da azınlık değil midir zaten…

    Tavsiyenizi dikkate alıp en kısa sürede izleyeceğim. Selamlar

  4. Tomruk CAN dedi ki:

    @legri
    Vermiş olduğunuz sigara yasağı örneği bence tam da faşizan uygulamaya bir örnektir. Devletin bunlarla uğraşmaya, kısıtlamaya vb hakkı olduğunu düşünmüyorum. Onun yerine adam gibi ilköğretim okullarından itibaren sigara veya benzer keyif verici mamülatın zararları anlatılsa, çok daha faydalı olacaktır.

    Ben reforma dönük hiç bir uygulama veya yasa değişikliğinin ırk veya cinsiyet ayrımcılığını önleyeceğini düşünmüyorum.

    Bende size naçizane “Das Leben der Anderen” filmini önermek isterim… Selamlar

  5. legri dedi ki:

    @Tomruk CAN
    Tabi ki mevcut yasalardan ve uygulamalardan söz etmiyorum. Zaten onlar bur durumda olmamıza sebep, milliyetçilik şu anda dünya çapında büyük bir sorun ama uluslararası toplum, kanaat önderleri ve demokrat insanların yazıları, fikirleri, protestoları ile algının değişmesi gerek. Yasaların uygulanır olması, davaların zaman aşımından düşmemesi gerek ve reforma dönük bilinçlendirmeler yapılmalı. Basit bir örnek olabilir ama sigara içme yasağının da bu ülkede uygulanamayacağı söyleniyordu ama görüyoruz ki uygulanıyor…

    Ayrıca sol faşizme örnek olması amacı ile, Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni öneriyorum. Prag’ta yaşayan Sabina’nın okul yıllarında her işçi bayramında yürüyüşe katılmaya zorlanması, milli marşlarını yeterince hırslı/duygulu okumadığı için arkadaşları tarafından gizli polise şikayet edilmesi gibi şeyler yaşanmıştır… Büyük Yürüyüşe katılmış olmamak Franz için ne kadar acı ve eksiklik veriyorduysa, Sabina için de aynı şeyi katılmak vermiştir… Bir süre sonra herkesin herkesi jurnallemeye başlamış Tomas yazdığı tek bir yazı yüzünden doktorluk mesleğini bırakmak ve önce cam silici sonra şoför olmak zorunda kalmıştır. Yani her faşist sistem gibi bireyi ve özgürlüğünü yok saymıştır.
    Selamlar

  6. Tomruk CAN dedi ki:

    @legri

    Etnik, dini ve kültürel ayrımcılıkların hepsinin öğretilmiş/öğrenilmiş olduğu konusunda sizinle hem fikirim. Ancak bu ayrımcılığı önlemenin yol ve yöntemlerini devletten ve onun çıkaracağı/uygulayacağı yasalardan bekliyor olmak konusunda ayrılıyorum sizden. Günümüzde ayrımcılığın bizatihi kaynağı devlet ve onun üretmiş olduğu yasalar. İster bizdeki örneklerine bakalım, ister Avrupa?daki örneklerine, durum pek farklı değil. Misal sizin örneğini verdiğiniz ülkelerden birinde, İtalya?da Başbakan Berlusconi ?Milano?da yürürken kendimi bir Avrupa şehrinde değil bir Afrika kentinde yaşıyor hissediyorum. Biz çok kültürlülüğe karşıyız. Sınır dışı etme konusunda daha katı olmalıydık.? diyebiliyor. Aynı şekilde Fransa?da Sarkozy çingeneleri ülkeden gönderebilmenin yollarını arıyor. (Bu arada Fransa, İkinci Dünya Savaşı?nda, Almanlardan önce toplama kamplarını kurarak, buralarda Çingenelerin ölesiye çalıştırılmasına veya öldürülmesine sahne olmuş bir ülke)
    Hrant Dink örneğinize dönersek, her ne kadar ırkçı bir saldırının hedefi olarak katledilmiş olsa da, mevcut kanunlara göre adam öldürmek zaten suçtur ve cezası da bellidir. Dolayısıyla hem yasa var, hem devlet var ama bunlar bir faşistin bir aydını öldürmesine engel olamıyor. Tam tersi, ?girerim hapse, aslanlar gibi yatarım? diyebiliyorlar katiller.

    Özetle, ben burda ?devletin ve yasaların? bireyleri faşist/ırkçı baskı ve saldırılardan korumasını beklemenin, pratikte pek bir işe yarayacağını düşünmüyorum. Tam tersi bunun yolunu açacağını sanıyorum. (Mevzu bahis vatan ise…. diye başlayan cümleyi hatırlayınız)

    Son olarak Oskar Negt?ten bir alıntı yapmak isterim : ?Kim ki özgürlüğün güvenliğini devlete veya onun güçlü temsilcilerine terk ediyorsa, o ölümcül bir yanılsamanın kurbanıdır: Demokratsız demokrasinin varolabileceğine inanmaktadır.?

  7. Hülya Yalım dedi ki:

    Polonya asıllı Amerika?lı yazar Kosinski, Nazi saldırıları sonucu küçük yaşta konuşma yeteneğini kaybettiğini söylüyor,gerçi bir kayak kazası sonucu bu yeteneğini tekrar kazanıyor ancak
    Marksizmi reddediyor diye bu sefer sürülüyor. Sistem kendi ideolojisini resmen dayatıyor işte.
    Bu durumun başka türlü açıklanır yanı yok ki.

    @Tomruk Can

    ?Devletin zor kullanma hakkına sahip olması?, düşüncesi dünyanın en büyük faşistlerinden biri olarak anılan Marcavelli?nin “Küçük Prens” adlı eserinde “devletin işleyişinde her yolun mübah görülmesini” andırıyor .
    Habermas?ın ?bu yolla, önce şart koşulan şiddetin daha sonra teşhir edilmek üzere yaratılacağı ve buradan, yaratılan bu şiddete, yine şiddetle tepki verme hakkının doğduğu sonucunun çıkarılacağıdır?görüşü haklı bir tepkidir bence. Bilgilendirdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.

    @Legri

    yazıyı beğendiğinize sevindim verdiğiniz örnekler hakikaten ibret verici.
    Geçenlerde bir işyerinde tanıştığım bir arkadaşın ulusal basında spor yazarı olan babasını kardeşime tanıtırken yaptığım gafı paylaşayım sizinle; “zenci olan yazar var ya!” sonra fark ettim yaptığım hatayı çünkü zenci ırkçı bir söylemdir ?negro?ya karşılık gelir. Bunu düzelmek için
    Siyahi yazar, esmer tenli gibi tasvirlerle durumu düzelmeye çalışsam da ok yaydan çıkmıştı bir kez. Zihnimize o kadar kazınmış ki zenci kelimesi böyle bir şey başınıza gelirse ne yapacağınızı ,nasıl anlatacağınızın bir provasını yapın isterseniz inanın zorlanacaksınız. Sezen cumhur Önal?ın çikolata renkli şarkıcı demesi meğer boşuna değilmiş : ))

  8. legri dedi ki:

    Bir ekleme daha yapmak istiyorum. Hrant Dink öldürüleli 4 yıl olmak üzere… Adalet yerini buldu mu? Bunu başka birine yapmayı düşünmekten alıkoyacak tedbirler alındı mı? Henüz bunun yanlış olduğunun bile altı çizilmedi devlet eliyle… Bu ortamda “iyiki yaptım di mi” diye sırtının sıvazlanmasını, çay ısmarlanmasını, hapiste beslenmeyi bekleyenler, bayrakla fotoğraf çektirip kutsal bir iş yaptığını düşünenler varken, yasadan başka yol mu var?

  9. legri dedi ki:

    @ Tomruk Can,
    Etnik, dini ve kültürel ayrımcılıkların hepsinin öğretilmiş mekanizmalar olduğunu düşünüyorum. Kapitalizmin bundan ekmek yediği çok açık… Nasıl bir Avrupa ülkesine gidip “abi adamlar aşmış, biz böyle temiz/kültürlü/modern olamayız” tarzı bir ayrımcılık bize enjekte edilmeye çalışılıyorsa aynen öyle… İspanya ve İtalya’nın 20. yüzyıla bizden geride başlayıp bizden önde bitirmelerini neye bağlayacaksınız? Ben yasalarının düzgün yapılandırılmasına ve işlemesine bağlıyorum. Ülkemizdeki Kürtler ve Ermeniler bizim kadar iyi/modern/ahlâklı olamazlar da benzeri bir sömürü aracından başka bir şey değil. Bize yapılanları biz de başkalarına yapıyoruz. Yıkılmış toplum öz güveninin kazanmanın yolları.
    Son olarak elde etmek için çaba harcamadığımız hiçbir şeyle övünme hakkına sahip değiliz, ne erkekliğimizle, ne kadınlığımızla, ne güzelliğimizle, ne aklımızla, ne de kanımızın rengiyle…

    Selamlar

  10. Tomruk CAN dedi ki:

    @legri

    Sayın legri,
    Toplumun ve bireylerin etnik temelde polarize olmaları sadece devraldıkları veya kendilerinden sonrakilere aktardıkları bir davranış şekli midir acaba? Önerinize göre, yasalar düzgün şekilde uygulanırsa, bir kaç kuşak sonra sona ermesi beklenmelidir. Acaba sınıfsal bilincin uyanmasını engellemek amacıyla kapitalizmin özellikle gazladığı, insanları etnik temelde ayrıştırmaya çalıştığı planlı-programlı bir eylem de olabilir mi? Örneğin, “tersane işçisi” nin uyandırdığı algı ile “kürt veya ermeni tersane işçisinin” uyandırdığı algı aynı mıdır ve aynı oranda mı destek görür, toplumun diğer kesimlerinden?

  11. Tomruk CAN dedi ki:

    Tekrar selam. 1960 yıllarda Almanya’da Rudi Dutschke’nin ileri sürdüğü “Devletin zor kullanma tekelini tartışmaya açma” düşüncesiyle başlayan ve “devletin zor kullanma hakkına sahip olması, ‘sistemin’ iktidarını korumasını sağlayan ve gerçekten tehlikeli olabilecek eleştirilerin su yüzüne çıkmasını engelleyen en etikili araçtır. Devlet bu yüzünü dışarıya karşı taktığı sahte demokratik bir maskeyle gizlemektedir. Hedeflenmiş kural ihlalleriyle, düzenin koruyucu güçlerini tahrik etmek ve devletin totaliter karakterini açığa çıkartmak gereklidir” söylemleriyle devam eden süreci Habermas çok tehlikeli bulmuş ve bunun ardında yatan düşünceyi “sol faşizm” olarak mahkum etmiş. Habermas?a göre bu yolla, önce şart koşulan şiddetin daha sonra teşhir edilmek üzere yaratılacağı ve buradan, yaratılan bu şiddete, yine şiddetle tepki verme hakkının doğduğu sonucunun çıkarılacağıdır. (Alois Prinz: Ulrike Meinhof. S. 134-135)

    Yani özetle, bir “sol faşizm” den bahsediyor gibi geldi bana…

    Selamlar, sevgiler..

  12. legri dedi ki:

    Hülya Hanım merhaba, yine harika bir yazı döktürmüşsünüz. Geçen sene katıldığım Nefret Suçları Konferansı’nda Hrant Dink Suikasti ile ilgili anlatılan bir anektodu size aktarmak istiyorum. Şimdi ismini hatırlayamadığım bir gazeteci, Hrant Dink’in cenazesine gidiyormuş taksiyle. Taksici sormuş, abi nereye, kimin cenazesi diye. Gazeteci açıklamış durumu, taksicinin cevabı şu olmuş; “esas Ermeni onu vuranlar”. Şimdi ülkemizdeki algı bu durumdayken bazı şeylerin değişmesi oldukça vakit alacaktır. Öncelikle ötekini kabullenmeyi öğrenmemiz, ötekiden rahatsız olmamamız ve saygı göstermemiz gerek. Sanıyorum bunun için ülkemizde bir kaç kuşağın dünyadaki ömrünü tamamlaması gerek… Amerika’da 1950 ‘lere kadar siyah-beyaz ayrımı yapıldığını unutmamalı ve yasaların azınlıkları koruma görevini layıkı ile yerine getirmesini talep etmek durumundayız.

    Sevgiler.

  13. lezgin dedi ki:

    ırkını dinini derin dundurucuya atıp mesleğiylen övünen insanlar.çağdaş ve kaliteli insanlardır.isteğim ve temenim bu tip insanların,türkiyede ve dünyada çoğalması.ırkçılığın.ayrımcılığın,son bulması.

  14. Hülya Yalım dedi ki:

    Yorumunuzla yazıya katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederim Tomruk Can.
    Irkçılık denilince faşizm, faşizim denilince de hep sağ faşizmin anıldığı gerçek. Habermas’ın da yer aldığı Franfurt Okulu üyeleri Horkhaimer,Pollock,Adorno,Marcuse faşizan yaklaşımlar sonucu ülkelerinden sürüldüler.
    Spesifik bir örnek olarak Marksizmin Rusya’da baskici bir ideoloji haline geldiğini kabul etmekle birlikte,dünya tarihinde özellikle de ülkemizde faşizm hep sağ cenah tarafından uygulandı bunu kabul etmek gerek.

    Ama yine de sizin eklemek istediğiniz bir şey varsa bizi bilgilendirin lütfen.

    Tekrar Teşekkürler!

  15. Tomruk CAN dedi ki:

    Hülya Hocam,
    Habermas’ın bahsettiği “sol faşizm” hakkında ne düşünüyorunuz acaba? Faşizm ya da ırkçılık sağ ideolojinin uktesinde midir her zaman? Selamlar, sevgiler

Yorumun ne olacak?